İ’tikâf,
geçmişi çok eskilere dayanan bir ibadettir. Allah Resûlü (aleyhissalâtu vesselam)
i’tikâf ibadetini “ihyâ” etmiş, bu konuda Müslümanlara fiilî olarak rehberlik
yapmıştır. Bir fıkıh terimi olarak i’tikâf, “Mescid veya mescid hükmündeki bir yerde,
Allah rızası için, itikâf niyetiyle bir süre durmak” anlamına gelir.
Allah rızası için günlük hayatın hızlı akışı içinde bir müddet “durmak” aynı zamanda hacıların Arafat’taki “vakfe”sini de hatırlatır.
Konuyla
alakalı detaylı bilgilere girmeden önce, hayatın hızlı aktığı, meşguliyetlerin
insanı esir aldığı, işten-güçten uzaklaşmanın çok zorlaştığı, insanı dünyaya bağlayan
şeylerin ziyadesiyle arttığı günümüzde “i’tikâf” deyince dinin her
meselesini hayatına taşımak isteyen Müslümanın ne yapabileceğini görelim:
İ'tikâfın süresi ne kadar?
Normali Ramazan ayının son on gününü bir
mescidde zikir, fikir, şükür ve dua ile geçirmek olan i’tikâfın çok uzun süreli
olması şart değildir. Bir Pazar gününü i’tikâf için ayırmak mümkündür. Sadece bir
gün tatilimiz var, diyenler bu fedakârlığı yapamayacaklarsa Allah Resûlü’nün on gün boyunca yaptığı i’tikâfı hiç değilse, öğleden akşama kadar, o da olmuyorsa, Öğle-İkindi,
İkindi-Akşam arası yapmaları aslında hiç de zor değildir. Yeter ki, istek ve azim
olsun. Bunun için kendini maddeten ve manen hazırlayarak camiye gitmek
yeterlidir. Mesela Öğle namazını kıldıktan sonra İkindi’ye veya Akşam'a kadar
camide kalmak zor olmadığı gibi, insana bir ibadet yapma hazzı verecek ve onu zihnen ciddi olarak da rahatlatacaktır.
Dünyadan kopamayanları, dünya hep kendi peşinden
koşturur. İşte i'tikâf kısa süreliğine de olsa, dünyadan uzaklaşarak kendine bir konum belirleyip, konumuna
göre tavır almaktır...
Belli
sürelerle insanlardan uzaklaşarak Allah’a yaklaşma formatında bir ibadet olan i’tikâf
bütün din ve kültürlerde farklı şekillerde yaşanmıştır. Kur’an’da, “İbrâhim
ile İsmâil’e de: ‘Tavaf edenler, itikâfa girenler, rükû ve secde edenler için bu
Evimi tertemiz bulundurun!’ diye emretmiştik” (Bakara sûresi, 125) buyrulur.
Peygamber
Efendimiz’in Ramazan ayının son on günü dünya ile irtibatını asgariye indirerek
i’tikâfa girdiğini mü’minlerin annesi Hz. Aişe (r.anhâ) şöyle anlatır:
عَنْ عَائِشَةَ رَضِيَ اللهُ
عَنْهَا زَوْجِ النَّبِيِّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ،
أَنَّ النَّبِيَّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ كَانَ يَعْتَكِفُ الْعَشْرَ الْأَوَاخِرَ مِنْ رَمَضَانَ حَتَّى تَوَفَّاهُ اللهُ ثُمَّ اعْتَكَفَ أَزْوَاجُهُ مِنْ بَعْدِهِ.
“Allah
Resûlü (aleyhissalâtu vesselam) Ramazan ayının son on gününde i’tikâfa girerdi.
O bu âdetine/ibadetine ruhunun ufkuna yürüyeceği âna kadar devam etmişti. Sonra
onun ardından hanımları i’tikâfa girmeye devam ettiler.” (Buhârî, İ’tikâf 1; Müslim, İ’tikâf 5)
Allah
Resûlü’nün (s.a.s.) Ramazan ayının son on gününe özel bir önem verdiğini O’nu en
iyi tanıyanlardan Hz. Aişe (r.anhâ) şöyle dile getirir:
عَنْ عَائِشَةَ رَضِيَ اللهُ
عَنْهَا قَالَتْ:
كَانَ النَّبِيُّ صَلَّى اللهُ
عَلَيْهِ وَسَلَّمَ إِذَا دَخَلَ الْعَشْرُ شَدَّ مِئْزَرَهُ وَأَحْيَا لَيْلَهُ وَأَيْقَظَ أَهْلَهُ.
“Resûl-i
Ekrem (aleyhisselam) Ramazan ayının son on gününe girildiğinde ibadet için yoğun
bir gayret içine girer, gecelerini ihyâ eder ve ibadet için aile fertlerini de uyandırırdı.”
(Buhârî, Fazlu leyleti’l-kadr 5; Müslim, İ’tikâf 7)
Zamanın
bir parçasını şahsî istek ve arzularından sıyrılıp sadece Allah rızasını kazanma
düşüncesi ile insanlardan uzakta, Allah’a yakın bir mabedin içinde, zikir,
fikir, şükür ve dua ile geçirmek, insanın
dünyevi bağlardan sıyrılarak manen olgunlaşması adına en önemli vesilelerden biridir.
Ramazan
ayının son günlerinde uygulanan i’tikâf ibadeti müekked bir sünnet-i kifayedir.
Bir yerleşim yerinde birkaç kişi yapsa, bu sünnet yerine getirilmiş olur.
Namaz
için gerekli olan maddi-manevi temizlik şartları i’tikâf için de geçerlidir. İ’tikâf,
bir mescidde amaçsız durmak olmadığı için i’tikâfta niyet de şarttır.
İ‘tikâfın
mescidde veya mescid hükmündeki yerlerde yapılması gerekir. Tabii ki Cuma kılınan
büyük camilerde i’tikâf daha faziletlidir.
Kadınların
da camide i’tikâfa girmeleri gerektiği konusunda genel bir kanaat varsa da Hanefi
mezhebine göre, kadınların evlerinin içinde müsait bir odayı i’tikâf mahalli yapmaları
yerinde bir davranıştır.
İ‘tikâf,
umumiyetle Ramazan’ın son on gününde yapılmakla birlikte itikâf için belli bir zaman
zorunluluğu yoktur. Bir camide i’tikâf niyetiyle bir müddet durmak veya birkaç gün
kalmak i’tikâf ibadetini yerine getirmek için yeterlidir.
Camide
i‘tikâf yapan kimse abdest ve gusül gibi tabii temel ihtiyaçlarını karşılamak için
dışarı çıkabilir. Kendisine yemek getirecek birileri olan kimseler yemek için de
i’tikâf yerine terk edemezler. İ’tikâfta en temel şey zarurettir. Zaruret yoksa,
i’tikâf mahallinden ayrılmak i’tikâfı bozar. İ’tikâfı bozan diğer hususlar ilmihallerden
öğrenilebilir.
İ’tikâf nasıl değerlendirilir?
İ‘tikâf
yapan bir bir kimsenin
ü Namaz
kılmanın mekruh olmadığı vakitlerde kaza veya nafile namazlar kılması,
ü Kur’ân okuması,
ü Kur’ân’ı
anlamasını sağlayacak tefsirlerden istifade etmesi,
ü Bol
bol tevbe-istiğfar etmesi,
ü Dua
ve niyazda bulunması,
ü Kimseyi
rahatsız etmeyecek şekilde kelime-i tevhid getirip “Allahu ekber” demesi,
ü Kur’ân’da
pek çok ayette tavsiye ve emredilen tefekkürde bulunması,
ü Mâlâyâni
şeylerden uzak durması,
ü İmanını
takviye edecek, dinî kültürünü artıracak eserler okuması... hâsılı Allah için ayırdığı
vaktini, Allah'ın hoşnut olacağı şekilde değerlendirmesi tavsiye edilir.
Manevî
olarak normal bir insan ömrüne denk olan bin aydan daha hayırlı olduğu beyan edilen Kadir
Gecesi'nin, Ramazan ayının son on gün içinde saklı olduğu pek çok hadiste ifade edilmiştir.
Ramazan’da i‘tikâf yapan kimseler, aynı zamanda Kadir Gecesi'ni bulup ihyâ etmiş olacaklardır.
Yazıyı
buraya kadar takip ettiyseniz, tek kelime ile muhteşem bir “İ’tikâf” değerlendirmesini
hak ediyorsunuz. Prof.Dr. Abdülhakim Yüce’nin Nisan-2014’te Yeni Ümit Dergisi’nin
104. sayısında yayınlanan “Kullukta Derinleşme ve İ’tikâf” başlıklı yazısından
bir bölüm paylaşıyorum. Bulabilenler tamamını okuyabilir, fakat derginin internet
sitesi kitap ve yazı düşmanlarının hışmına uğramış...!
“Âkif”in
mânevî atmosferi ve ibadet programı
İtikâfa
giren kişi (âkif), sadece Allah'ın rızasını kazanmak kasdıyla, kadîmden gelen ve
Efendimiz'in (sallallahu aleyhi ve sellem) de terk etmediği bir sünneti ikame etmek
üzere bir nevi Allah'a (celle celâluhu) misafir olarak O'nun evine kapanır; nazar,
gıybet, yalan, su-i zan, malâyani ile uğraşma, el ve dille başkasına zarar verme
başta olmak üzere, birçok günahtan uzaklaşır; bütün lâtifelerini ilâhî varidata
açık tutmak için dünya ile irtibatını, muvakkaten de olsa, en aza indirir ve başta
zikirle tefekkür olmak üzere, geniş mânâsıyla sadece ibadetle meşgul olmaya gayret
eder.
İtikâf
boyunca bütün vakit namazlarını, bir işe yetişmek, bir görevi üstlenmek gibi kaygılar
taşımadığı için aceleye getirmeden, gayet sakin, bütün adabına riayet ederek, huzurlu
ve huşû içinde cemaatle ikame ettiği gibi, namaz sonrası tesbihatı da hiç aksatmaz.
Cemaatle yaptığı tesbihata hem salâvat ve Esma-i Hüsna'yı ekler, hem de Efendimiz'den
(sallallâhu aleyhi ve sellem) nakledilen sabah ve akşam dualarını da terk etmez.
Farz
namazlar ve onlara tabi olan sünnetlerin yanı sıra yine gayet sakin, bütün adabına
riayet ederek, huzurlu ve huşû içinde günün belli vakitlerine serpiştirilmiş işrak,
duhâ, evvabin, tesbih, hacet, istihare, tövbe ve teheccüt namazlarını da ikame eder.
Gündüzleri oruçlu geçirir; oruçlu olmadığı saatlerde de evdeki gibi yemek ve içmekle
uğraşmaz. Her gün programladığı kadar Kur'ân okur, dua eder, salâvat getirir, tevbe
ve istiğfarda bulunur ve evrad kitaplarından, yine programladığı kadar, evrad u
ezkar okur. Bu arada gecenin karanlıklarında, hayatın mânâsı, dünyaya geliş gayesi,
Cenab-ı Hakk'ın esma, sıfat ve şuunatı, İslâm âleminin ve insanlığın içinde bulunduğu
vahim durum vb. konular üzerinde tefekkürde bulunur. O güne kadar yaptıkları hataları
ve kaçırdıkları iyilikleri düşünerek kendisini muhasebe ve sorguya çeker. Bu arada
cami içinde yalnız başına ve karanlıkta kendini mezarda hissedip rabıta-i mevt yapması
onu ayrı mânevî derinliklere ulaştırabilir.
Beş
vakit namaz kılınan caminin mânevî atmosferinde insan-i kâmil olma yolunun pratikleri
ve meyveleri olan inziva, üns billah, uzlet, çile, halvet ve murakabeye; kıllet-i
menam, kıllet-i taam, kıllet-i kelama ve uzlet ani'l-enam da eklenince kişinin melekî
yanları gelişmeye başlayabilir. Aslında itikâf bu sayılanların, yani bütün unsurlarıyla
tasavvuftaki seyr u sülûkün, herkes tarafından ve bir mürşidin gözetimine ihtiyaç
duymayacak şekilde, uygulanabilecek temel kaynaklarındandır. Nitekim Efendimiz (sallallahu
aleyhi ve sellem): "İ'tikâfa giren, günahlardan uzak kalır ve kendisine
tüm iyilikleri işleyen gibi iyilikler yazılır." (İbn Mace, Sıyam 67) buyurmaktadır.
Ayrıca
itikâf iradî bir yalnızlıktır. Yalnızlık, insan fıtratında olan bir duygudur. Zîrâ
her insan hem mükemmel, hem özel yaratılmıştır. Zaman zaman yalnız kalıp tefekküre
dalmak, Rabbiyle âdeta baş başa kalıp O'na içini şerh etmek, engin ibadet vadilerinde
dolaşmak, kalbinin kapılarını O'ndan gelecek varidâta açmak… dünya zindanında kıstırılmış
her ruhun fıtrî olarak ve özlemle beklediği yalnızlık anlarıdır. Bu ruhlar, manen
günde beş defa namaz ve tesbihatta dakikalarca, hem mânen, hem maddeten her gece
ibadetinde saatlerce, senede bir defa da olsa itikâfta günlerce, bazıları da inzivada
aylarca bu yalnızlığı iradî olarak yaşarlar. Ayrıca biz hissetmesek de bazı nadide
şahsiyetler bulundukları makamda ve yaşadıkları hâller itibariyle, halk içinde yaşamakla
beraber hep Hak'la beraberdirler ve bir mânâda hep yalnızdırlar. Kalbin Allah'a
konsantre olması, sadece O'nunla uğraşması, bütün gaye ve himmeti O'nun rızasına
teksif etme, O'nu daha iyi hissetme, O'nunla ünsiyet kurma, sadece O'na güvenip
O'na itimad etme… gibi hususlar ancak bu yalnızlık anlarında kâmilen elde edilebilir.
İşte itikâf bunun için adeta biçilmiş kaftandır denilebilir.
Efendimiz
(sallallahu aleyhi ve sellem) genellikle Ramazanın son on gününde itikâfa girdiği
için, bu sünneti de ihya etmek üzere bu günlerde itikâfa giren kişi, Ramazan ayının
son on gününün mânevî varidat ve bereketinden istifade edebileceği gibi, bin aydan
daha hayırlı olan kadir gecesini de ihyâ etme ihtimali gayet yüksektir.
İtikâfa
çekilen kimse, burada geçirdiği bütün vakitlerini namazda geçiriyor gibidir. Çünkü
fiilen namaz kılmadığı vakitlerde de, cami içinde namazı bekler bir hâldedir. Bu
şekildeki bir bekleyiş de Efendimiz'in (sallallâhu aleyhi ve sellem) ifadesiyle
namaz hükmündedir. O şöyle buyuruyor: "Kılacağı namaz sizden birini yerinde
tuttuğu, ailesine dönmesine engel olduğu sürece, o kişi namazda sayılır." (Buhârî, Ezân 36; Müslim, Mesâcid 275) "Sizden biriniz, abdestini bozmadan namaz kıldığı
yerde oturduğu müddetçe, melekler kendisine: 'Allah'ım! Bunu bağışla, buna rahmetinle
muamele et, diye dua ederler.'" (Buhârî,
Ezân 36) Ve bütün
bunları yaparken Allah'ın (celle celâluhu) evinde ve O'nun misafiri olma edebi ve
titizliği içinde hareket eder. Hayalinden geçenler dâhil, her düşünce ve davranışına
dikkat eder ve her mümin için temel ideallerden olan ihsan ufkunu yakalamaya çalışır.
...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder