Hz.Peygamber Efendimiz, her konuda bir denge insanıdır. Bedduacı ve lanetçi değildir; ama O (s.a.s) yanlış tavır ve davranışlara da gerekli ikazı yapmıştır.
Resûl-i
Ekrem Efendimiz (s.a.s) muhtelif hadislerinde kendisinin lanetçi olmadığını apaçık
bir şekilde beyan etmiştir. Mesela kendisine bir gün müşriklere beddua etmesi,
lanet okuması istenmiş; o da kendisinin temel yaklaşımını ortaya koyarak;
إِنِّي
لَمْ أُبْعَثْ لَعَّانًا وَإِنَّمَا بُعِثْتُ رَحْمَةً
"Ben çok lanet okuyan, bedduacı
olarak değil; insanlara rahmet olarak gönderildim." (Müslim, Birr 87)
buyurmuştu. Bu Efendimiz’in genel tavrı ve yaklaşımıdır. Bu hadiste de
vurgulandığı gibi Efendimiz, kendisinin “çok lanet eden” birisi olmadığını söylemiş
ve hep müspetin temsilcisi olmuştur. Bununla beraber aynı Kur’an üslubunda olduğu
gibi O da belli sıfatları zikrederek “Beddua” formunda bazı ifadeler kullanmıştır.
Şimdi bunların bazılarını görelim:
Allah Resûlü (s.a.s.), Mekke’de Müslümanlarla hep
alay edip onlara çeşitli işkenceler yapan müşriklerin, Ebû Cehil, Ümeyye b. Halef,
Utbe b. Rebîa, Şeybe b. Rebîa ve Ukbe b. Ebû Muayt gibi Müslümanlara zulümde
çok ileri gidenlere ismen “beddua” etmiş ve müşriklerle müslümanların ilk karşı
karşıya geldikleri Bedir savaşı bunların hepsinin sonu olmuştur.
Peygamber Efendimiz’in belli vasıflar ve durumlar
zikrederek isim belirtmeden beddua formunda yaptığı dualar da vardır ki, bunlar
konum ve duruşlarını belirleyememiş Müslümanlar hakkındadır. Bunlardan birkaç örnek
vermek konuyu aydınlatıcı olacaktır. Mesela bunlardan birisi Müslümanın maddi menfaate
ve paraya taparcasına düşkünlüğüyle alakalıdır. Allah Resûlü şöyle buyurur:
عَنْ أَبِي
هُرَيْرَةَ رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُ قَالَ قَالَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
تَعِسَ عَبْدُ
الدِّينَارِ وَالدِّرْهَمِ وَالْقَطِيفَةِ وَالْخَمِيصَةِ إِنْ أُعْطِيَ رَضِيَ وَإِنْ
لَمْ يُعْطَ لَمْ يَرْضَ
“Dinarın, dirhemin ve kadife ve kumaşın (süslü
elbiselerin) kuluna, bunların peşinde koşanlara yazıklar olsun! Onlar hep çıkar
peşinde koşan öyle kimselerdir ki, kendilerine bir dünyalık verilip bir menfaat
dokundurulunca, memnun olurlar; fakat, ellerine bir şeyler tutuşturulmayınca (umduğunu
bulamayınca) öfkelenir ve hoşnutsuzluk izhar ederler.” (Buhârî, Rikâk 10)
Anne ve babasına karşı gerekli tavrı gösterip cennete
giremeyen kimselere de Efendimiz, tavrını belli etmiştir:
عَنْ أَبِي
هُرَيْرَةَ رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُ قَالَ قَالَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
رَغِمَ أَنْفُهُ
ثُمَّ رَغِمَ أَنْفُهُ ثُمَّ رَغِمَ أَنْفُهُ قِيلَ مَنْ يَا رَسُولَ اللّٰهِ قَالَ
مَنْ أَدْرَكَ وَالِدَيْهِ عِنْدَ الْكِبَرِ أَحَدَهُمَا أَوْ كِلَيْهِمَا ثُمَّ لَمْ
يَدْخُلْ الْجَنَّةَ
Allah Resûlü
(sallallâhu aleyhi ve sellem) bir gün üç defa "Burnu sürtülsün! Burnu sürtülsün!
Burnu sürtülsün!" buyurdular. Bu dehşetli ikaz üzerine huzurunda bulunanlar,
"Kimin burnu sürtülsün ya Resûlallah?" diye sordu. Efendimiz şu cevabı
verdi:
"Yanında anne-babasından biri veya ikisi
ihtiyarladığı halde, onların gönlünü kazanarak Cennet'e girmeye muvaffak olamayan
kimsenin!" (Müslim, Birr 8)
عَنْ أَبِي
هُرَيْرَةَ رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُ قَالَ قَالَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ
وَسَلَّمَ
لُعِنَ عَبْدُ
الدِّينَارِ لُعِنَ عَبْدُ الدِّرْهَمِ
“Dinar ve dirhemin kullarına lânet edilmiştir.”
(Tirmizî, Zühd )
Özellikle mazlumun bedduasının kabul olunacağına
dair bazı hadisler vardır. Nitekim birçok kaynakta yer alan bir hadise göre Resûlullah
Muâz b. Cebel’i Yemen’e vali olarak gönderirken bazı görevlerini sıraladıktan sonra,
عَنْ ابْنِ
عَبَّاسٍ رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُمَا أَنَّ النَّبِيَّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ
بَعَثَ مُعَاذًا إِلَى الْيَمَنِ فَقَالَ
اتَّقِ دَعْوَةَ
الْمَظْلُومِ فَإِنَّهَا لَيْسَ بَيْنَهَا وَبَيْنَ اللّٰهِ حِجَابٌ
“Mazlumun bedduasından sakının! Zira mazlum
ile Allah arasında (duanın kabulüne mani) hiçbir perde yoktur.” diyerek zulüm ve
haksızlık konusunda onu uyarmıştır. (Buhârî, Mezâlim 9)
عَنْ عَبْدِ
اللَّهِ بْنِ سَرْجِسَ رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُ قَالَ
كَانَ رَسُولُ
اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ إِذَا سَافَرَ يَتَعَوَّذُ مِنْ وَعْثَاءِ
السَّفَرِ، وَكَآبَةِ الْمُنْقَلَبِ، وَالْحَوْرِ بَعْدَ الْكَوْرِ، وَدَعْوَةِ الْمَظْلُومِ،
وَسُوءِ الْمَنْظَرِ فِي الْأَهْلِ وَالْمَالِ
Abdullah ibn-i Sercis’ten (radıyallahu anh) rivâyete
göre, Rasûlullah (s.a.s) yolculuğa çıkarken, yolculuğun yorgunluk ve sıkıntılarından,
kötü bir şekilde geri dönmekten veya döndükten sonra kötü şeylerle karşılaşmaktan;
iyi durum ve hallerden kötü hallere ve durumlara düşmekten, mazlumun bedduasına
maruz kalmaktan, mal ve aileye gelecek kötü görüntülerden de Allah’a sığınırdı.
(İbn Mâce, Dua 20)
عَنْ أَبِي
هُرَيْرَةَ رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُ قَالَ:
لَعَنَ رَسُولُ
اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ الرَّاشِى وَالْمُرْتَشِى فِى الْحُكْمِ
Ebû Hüreyre şöyle demiştir:
“Resûlullah (s.a.s) hüküm verilecek bir konuda
rüşvet alana da verene de lânet etmiştir.” (Tirmizî, Ahkâm 9; Ebû Dâvûd, Kadâ’
4)
عَنْ عَبْدِ
اللّٰهِ بْنِ عَمْرٍو قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ:
لَعْنَةُ
اللّٰهِ عَلَى الرَّاشِى وَالْمُرْتَشِى
Abdullah b. Amr’dan (radıyallahu anh) rivayet edildiğine
göre,
Resûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:
“Allah’ın lâneti rüşvet verenin ve rüşvet alanın
üzerindedir.” (İbn Mâce, Ahkâm 2)
Bütün bu olay ve hadislerde de görüldüğü gibi
lanet okumayı ve bedddua etmeyi hayatın merkezine almayan Peygamber Efendimiz
(s.a.s) bazı vasıfları zikrederek belli yanlışları yapanlara “beddua” etmiş, “lanet”
okumuştur.
Allah razı olsun
YanıtlaSil