Türkiye Diyanet Vakfı, İslam Ansiklopedisi "Gulûl" maddesini -bibliyografya ve kaynakları çıkarıp bazı kısımları vurgulayarak- istifade için paylaşıyorum.
Gulûl (الغلول)
Ganimet malına hıyanet etmek anlamında fıkıh terimi.
Sözlükte “gizlemek, bir şeyi gizlice almak, hırsızlık
yapmak; hıyanet etmek” mânalarına gelen gulûl kelimesi, örfte umumiyetle
“ganimet malına hıyanet etmek” anlamında kullanılır. Gulûl İslâm hukukunda da
bu çerçevede terim anlamı kazanmış ve “devlet
malına hıyanet etmek, özellikle de taksim edilmeden önce savaş ganimetinden bir
şey çalmak” şeklinde
tanımlanmıştır.
Gulûl masdarından türemiş bazı kelimelerin Kur’ân-ı
Kerîm’de (bk. el-Mâide 5/64; el-A‘râf 7/43, 157) ve hadislerde (bk. Dârimî,
“Zekât”, 47; Buhârî, “Cihâd”, 190; Ebû Dâvûd, “Cihâd”, 133, 134; İbn Mâce,
“Cihâd”, 24; Nesâî, “Zekât”, 48) kullanıldığı görülmektedir. Meselâ
Kur’an’daki, “Bir peygambere -ganimete, devlet malına- hıyanet etmesi
yakışmaz. Kim hıyanet ederse kıyamet günü hainlik ettiği şeyle birlikte -günahı
boynuna asılı olduğu halde- gelir. Sonra herkese kazandığı tastamam verilir”
mealindeki âyet (Âl-i İmrân 3/161), nüzûl sebebiyle ilgili rivayetler göz
önünde bulundurulduğunda gulûl kelimesinin hem sözlük hem de terim anlamı için
en uygun örneklerden birini teşkil eder.
Gulûl Hz. Peygamber’in, “Hıyanet de (iğlâl) yok
hırsızlık da (islâl)” hadisinde ve diğer bazı hadislerde sadece ganimet
malına ihanetle sınırlı olmayıp daha geniş bir kapsama sahiptir.
Meselâ Ebû Humeyd es-Sâidî’den rivayet edilen bir hadise
göre, Resûlullah Ezd kabilesinden İbnü’l-Lütbiyye’yi zekât toplamakla
görevlendirmiş, bu zatın daha sonra bazı mallarla gelip Hz. Peygamber’e, “Şunlar
size ait, bunlar da bana hediye olarak verildi” demesi üzerine Resul-i
Ekrem minbere çıkarak, “Benim -zekât toplamak için- gönderdiğim bir
memura ne oluyor ki, ‘Şunlar sizin, şunlar da bana hediye edildi’ diyebiliyor?
Dikkat edin, bu kişi evinde otursaydı kendisine hediye verilir miydi?
Muhammed’i kudret elinde tutan Allah’a yemin ederim ki sizden biriniz ondan bir
şey alırsa kıyamet gününde sırtında böğüren bir deve, bağıran bir sığır,
meleyen bir koyunla gelecektir.” demiştir.
Ebû Humeyd’den rivayet edilen diğer bir hadiste ise, “Vergi memurlarına (âmil) verilen hediyeler gulûldür” ifadesi yer almaktadır. Son hadisin isnadında zayıflık
bulunmakla beraber genel olarak bu
deliller, valilere ve vergi memurlarına verilen hediyelerin gulûl sayılacağını göstermektedir. Nitekim Müstevrid b.
Şeddâd’dan rivayet edilen hadiste de Hz. Peygamber şöyle demiştir. “Kim bizim bir işimize tayin edilirse bir zevce edinsin;
hizmetçisi yoksa hizmetçi, evi yoksa ev alsın. Bunlardan fazlasını isteyen veya
alan olursa o hıyanette bulunmuş veya hırsızlık yapmış olur.”
Yukarıdaki âyetin gerek kıraat gerekse nüzûl sebebiyle
ilgili olarak literatürde yer alan farklı görüş ve açıklamalar göz önünde
tutulursa bu âyete, “Peygamber’in ganimete ihanet etmesi yakışık almaz”
veya, “Herhangi bir kişinin peygambere ihanet etmesi yaraşmaz” şeklinde
iki farklı anlam vermek mümkün olmaktadır. İbn Mes‘ûd ile Hz. Ali’nin söz
konusu âyete ikinci anlamı verdiği rivayet edilir. Ancak ağırlıklı görüşe göre
özel olarak gulûl hakkında gelen bu âyet, Uhud Gazvesi’nde Ayneyn geçidine
yerleştirilen okçuların kendilerine ganimetten pay verilmeyeceği endişesiyle
yerlerini terketmesi ve bunun sonucunda müslümanların yenilmesi dolayısıyla
inmiş olup bununla bir peygamberin ganimetlerin taksiminde haksızlık
yapmayacağı vurgulanmıştır. Anlam farklılığı doğurmamakla birlikte bu konuda
başka nüzûl sebeplerinden de bahsedilmektedir. Âl-i İmrân sûresinin 161. âyetinin
nüzûl sebebi olarak belirtilen olaylarla ilgili bu tartışmalardan, o günün
siyasî ve iktisadî şartlarının hicretten hemen sonra savaş hukuku ve buna bağlı
olarak ganimetler hakkında çeşitli hükümlerin vaz‘ını zorunlu hale getirdiği
anlaşılmaktadır. Hz. Peygamber’den sonra da devam eden fetihler ve uygulama
örnekleri fakihler için zengin bir malzeme teşkil etmiştir. Bunun sonucu olarak
da klasik İslâm hukuku literatürü
içerisinde savaş hukukuyla ilgili konulara geniş yer verilmiş, özellikle
ganimetlerin elde edilmesi, taşınması, korunması, paylaştırılması, pay
sahipleri ve pay oranları gibi konuların yanı sıra ganimet malına karşı işlenen
suçlar ve öngörülen tedbir ve cezalar da ayrıntılı şekilde ele alınmıştır (bk.
GANİMET).
İslâmiyet’in ilk dönemlerinden itibaren hukukî ve beşerî
ilişkiler dinî ve ahlâkî yönleriyle birlikte bir bütün halinde işlenmiş, bu
sebeple de paylaşılmadan önce ganimetlerden bir şey çalan kişinin dünyevî
hükümlerin yanı sıra âhiret hayatında göreceği ceza da özel olarak vurgulanmıştır.
Âhiret hayatındaki bu sorumluluğu en ince ayrıntılarına kadar tasvir eden pek
çok hadis bulunmaktadır. İslâm âlimleri, bu hadislerden hareketle gulûlün büyük günahlardan (kebâir) olduğunu belirtmişlerdir.
Ganimet malına ihanet etmenin dünyevî hükmüne gelince, “Ganimetten
alınan ipliği, iğneyi, bundan daha değerli veya düşük olanı geri veriniz”
meâlindeki hadis, taksim edilmeden önce ganimet malından en küçük bir şeyi dahi
almanın câiz olmadığını göstermektedir. Ancak ihtiyaç içinde bulunan bir
kişinin savaş mahallindeki yiyeceklerden yiyebileceği, hayvan yemlerinden ve av
hayvanlarından faydalanabileceği konusunda İslâm hukukçuları hemen hemen görüş
birliği içindedir. Delil olarak da Hz. Peygamber’in Hayber günü bu durumdaki
bir sahâbînin benzeri bir davranışını hoş karşılamasını ve sahâbîler arasında
öteden beri bu yönde bir uygulamanın bulunmasını gösterirler. Nitekim Hasan-ı
Basrî, sahâbîlerin bir yeri fethettikleri zaman orada buldukları un, yağ ve
baldan yediklerini, Atâ b. Ebû Rebâh ise seriyyeye katılan gazilerin yağ, bal
ve diğer yiyeceklerden faydalandıklarını, kalanları ise kumandanlarına
verdiklerini söylemektedir. Ancak İbn Şihâb ez-Zührî, düşman arazisinde
yiyeceklerden ancak kumandanın izniyle alınabileceğini belirtmektedir.
Öte yandan Sâlih b. Muhammed b. Zâide’den nakledilen, “Bir
kişiyi ganimet malına hıyanet ederken yakaladığınız zaman eşyasını yakınız ve
onu dövünüz” meâlindeki hadis İslâm âlimleri arasında geniş tartışmalara sebep
olmuştur. Ebû Dâvûd’un yine aynı şahıstan rivayet ettiği bir haberde de bu
râvinin Velîd b. Hişâm ile beraber bir savaşa katıldığını, ordu içerisinde
Sâlim b. Abdullah b. Ömer ve Ömer b. Abdülazîz gibi kişilerin de bulunduğunu,
bu arada ordudan birinin ganimet malından çaldığını, Velîd’in o kişinin
eşyasının yakılmasını emrettiğini ve adamı
teşhir ederek ganimetten ona herhangi bir pay vermediğini kaydetmekte ve bu haberi yukarıdaki hadisten daha sahih
gördüğünü belirtmektedir.
Fakat bu hadislerin senedinde yer alan Sâlih b. Muhammed’in
rivayetinin delil olarak kullanılmasının uygun olmadığı görüşleri de vardır.
Yine Amr b. Şuayb’dan nakledilen bir hadiste Hz.
Peygamber’in, Ebû Bekir ve Ömer’in ganimet malına hıyanet eden kimsenin
eşyasını yaktırdıkları ve onu dayakla cezalandırdıkları bildirilmiştir. Bu
hadislerden hareketle Evzâî, İshak b. Râhûye ve Ahmed b. Hanbel gibi
hukukçular, ganimet malını çalan kişinin binek hayvanı ve silâhı dışındaki
bütün eşyasının, Evzâî’den gelen bir başka görüşte üzerindeki elbisesiyle
atının eyer ve semeri dışında bütün eşyasının yakılacağını, çaldığı malın ise
yakılmayacağını söylemişlerdir. Ancak bu hadislerin sıhhatine ve kendisinden
daha kuvvetli delillerle çatışamayacağına dair görüşler de dikkate alınırsa,
gerek özel olarak gulûl konusundaki hadis ve uygulamalardan gerekse suç-ceza
dengesi, mal israf ve itlâfı gibi konularda naslardan çıkarılan genel
ilkelerden hareketle, ganimet malını alan kişinin eşyasının yakılmasının
gerekli olmadığı sonucuna varmak mümkündür. Nitekim Hz. Peygamber,
Hayber Savaşı sırasında ölen bir kişinin gulûlde bulunduğunu haber vermiş,
ashap o kişinin eşyasını araştırarak bunların içinde yahudi boncukları bulmuş,
fakat Resûl-i Ekrem onun eşyasını yaktırmamıştır. Bu sebeple başta Ebû Hanîfe,
Mâlik, Leys b. Sa‘d ve Şafiî olmak üzere İslâm hukukçularının çoğunluğu bu
durumda malların yakılmayacağını; ayrıca Leys, Şâfiî ve Dâvûd ez-Zâhirî o
kişinin ancak gulûlün yasaklandığını bilmesi halinde cezalandırılacağını
söylemişlerdir. Bu durumda, ganimet
malını çalan kimseden çaldığı malın geri alınması veya tazmin ettirilmesi, ona
uslandırıcı bir cezanın (ta‘zîr) verilmesi ve ganimetten mahrum edilmesi,
cezalandırmada caydırıcılık ilkesine daha uygun bir şekil olmalıdır.
İslâm hukukçuları, gulûl yapan kimsenin mümkünse aldığı
bütün malları ganimetler dağıtılmadan önce iade etmesinin gerektiği, böyle bir
davranışın ise onun için tövbe ve günahtan kurtuluş olduğu konusunda
birleşmişler, ancak askerin dağılması ve onlara ulaşamaması halinde nasıl
davranacağı konusunda ihtilâf etmişlerdir. Aralarında Ubâde b. Sâmit, Muâviye,
Hasan-ı Basrî, Zührî, Mâlik, Leys, Evzâî ve Ahmed b. Hanbel gibi âlimlerin
bulunduğu bir grup onun beşte birini devlet başkanına vermesi, geri kalanını ise
tasadduk etmesi gerektiğini ileri sürmüştür. Buna karşılık Şâfiî, başkasının
malını tasadduk etmenin câiz görülmediği noktasından hareketle bu kişinin böyle
bir harekette bulunma hakkının olmadığını ve onu devlete iade etmesi
gerektiğini söylemiştir. Ancak bu tartışmanın, gulûlden ziyade buluntu malın
(lukata) tanımı, ilânı ve sahibinin bulunamaması halinde tasadduk edilmesi
konularındaki doktrinel ihtilâfların bir sonucu olduğu görülmektedir.
Ganimetten çalınan mal, hırsızlık haddinin uygulanması için
şart olan nisaba ulaşmış veya gulûl yapan kimse ganimetler arasında bulunan bir
câriyeye tecavüz etmişse bu kişiye hırsızlık veya zina haddinin uygulanıp
uygulanmayacağı konusunda İslâm hukukçuları ihtilâf etmişlerdir. Çoğunluk,
gulûl yapan kimsenin söz konusu ganimette hakkı olmasını, diğer bir ifadeyle
mülkiyet şüphesi bulunmasını gerekçe göstererek ve hadlerin şüpheyle sâkıt
olması ilkesini dikkate alarak bu durumda had cezalarının uygulanmayacağı,
kendisine ta‘zîren bir ceza verileceği görüşündedir. (Ferhat Koca, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, “Gulûl” maddesi)