2004 yılında Zaman gazetesi için Peygamber Efendimiz'in (aleyissalâtu vesselam) doğumu vesilesiyle bir makale kaleme almıştım.
Özellikle günümüzde O'nun örnekliğine ihtiyacımız ne kadar da fazla hayatın her alanında...!
Özellikle günümüzde O'nun örnekliğine ihtiyacımız ne kadar da fazla hayatın her alanında...!
Allah, dinini insanlara ulaştırmak için
yine onların içinden, onlar gibi birisini seçmiştir. Gerçi, ilk muhataplardan
bazılarının da ifade ettiği gibi, bu dini insanlara bir melek anlatabilirdi.
Ama bir melekle insanlara ulaştırılan din, örnek alınması mümkün olmadığından
her yönüyle mükemmel bir beşer tarafından anlatıldığı kadar etkili ve kalıcı
olmayacaktır.
Kendi devrindeki bazı inkârcıların bir
eksik olarak kabul ettiği, yiyen, içen ve ihtiyaçlarını karşılamak için çarşı-pazarda
dolaşan bir peygamber vardır. Aslında O’nun insan olması bütün insanlık için
örnek ve model olmasının gereğidir. Bir ayette Kur’an, bu durumu ifade eder ve
insanlara dünya ve ahirette muvaffakiyet istiyorlarsa kimi örnek alacaklarını
anlatır: Hz. Muhammed (sallallâhu aleyhi ve sellem).
“Hakikaten, Allah’ın Resûlü’nde sizler
için, Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı bekleyenler ve Allah’ı çok zikredenler
için en mükemmel bir örnek vardır.” (Ahzab sûresi, 21) Bu ayet aynı zamanda
bize farklı bir empati yapmamızı da tavsiye etmektedir.
Efendimiz’i (s.a.s) anlamak...
Bilindiği gibi empati, karşımızdaki insanı
anlamak için kendimizi onun yerine koyarak, onun psikolojik durumunu ve hangi
şartlar altında karar verdiğini düşünüp, onu kendi şartları içinde anlamaya
çalışmaktır. Tarifle tam örtüşmese bile, buradan yola çıkarak Müslümanlar
olarak biz de hayatta karşılaştığımız her hadiseyi “Peygamber Efendimiz hayatta
olsaydı, bu durumda ne yapardı.” şeklinde değerlendirebiliriz. Bu
değerlendirmeyi yapabilmek için de elimizde yeterli bilgi vardır. O’nun
dışında, -özellikle peygamberlikten sonraki- hayatı bu kadar derinliğine
incelenmiş ikinci bir şahıs göstermek mümkün değildir. Sahabîler O’nu,
yemesinden içmesine, yatmasından kalkmasına, konuşmasından susmasına, gülmesinden
ağlamasına.. bütün yönleriyle kendilerinden sonra geleceklere tanıtmışlardır.
Hayatı bu kadar ayrıntılı anlatılmış olan Allah Resûlü; ya tanınmıyor ya
da anlatılanlar, kafada oluşturulan bir peygamber imajının etkisi altında
değişik yorumlarla farklı bir hal alıyor. O’nun mükemmelliğini ve bunun
yanında da farklı özellikleriyle bir insan olduğunu şair şöyle ifade eder: “Hz.
Muhammed (s.a.s) bir beşerdir; ama diğer insanlar gibi değil. Bilakis O, taşlar
arasında elmas gibidir.” Elmas da maddesi itibarıyla taştır. Ama o diğer taşlar
gibi değildir; insanlar onu yükseklerde tutarlar.
Şimdi O’nun günümüz Müslümanlarına, hatta
bütün insanlığa yol gösterebilecek olan pek çok vasfından bazılarını görüp,
diğerlerini daha ziyade O’nun bir insan olarak yaşadıklarını ve beşeri yönünü
anlatan, “siyer felsefesi” de diyebileceğimiz kitaplara havale etmek istiyoruz.
O “Muhammedü’l-Emin”di...
Hz. Muhammed (s.a.s) insanların en
cömerdiydi. Allah Resûlü’nün bu yönünü anlatan sahabîler, O’nun hiç kimseyi
hiçbir zaman reddetmediğini, istenilen şeyi mutlaka verdiğini, yoksa vermeyi
vadettiğini anlatırlar. Bu hususta Hz. Ömer’in anlattığı bir hâdise şöyledir:
Hz. Peygamber’in (aleyhissalâtu vesselam)
huzuruna bir yoksul gelir, ihtiyacını söyler. İstediği şey Allah Resûlü’nde
yoktur. Olmadığı için de gidip çarşıdan satın almasını ve borcu kendi hesabına
yazdırmasını, eline para geçtiği zaman borcunu ödeyeceğini söyler. Hâlbuki aynı
kişiye daha önce de yardım yapılmıştır. Hz. Ömer bundan duyduğu rahatsızlığı
haliyle ifade eder. Ancak Allah Resûlü, “Bana infak etmem ve infak
ettiğimden dolayı yoksulluğa düşmekten korkmamam emredildi.” buyurur ve
tarihe cömertlik örneklerinin en müstesnalarından bir tanesini daha armağan
eder.
O, her hususta insanların kendisine
güvendiği bir kişiydi. Sözlerinde hiçbir zaman hilaf-ı vaki olmazdı. Şakalarında
bile doğruluk vardı, hemen göze çarpmasa bile. Henüz peygamber olmadan önce
bile insanlar, O’na her hususta güvenebileceklerini biliyorlardı. Bu yüzden
kendisine “Doğrudan hiç ayrılmaz, hep doğruyu ifade eder ve kendisine her
hususta güvenilebilecek bir insandır” manasına “el-Emîn” demişlerdi.
Kâbe’nin tamiri sırasındaki bir problemde
insanların O’ndan beklentisi güvenilirliğini çok iyi ifade etmektedir. Kâbe
tamir edilmiş ve Hacerü’l-Esved’in tekrar eski yerine konulması büyük bir
mesele haline gelmişti. Bu, önemli bir işti. Hiç kimse bu şerefli işi başkasına
bırakmak istemiyordu. Neredeyse kavgaya tutuşacaklardı. İçlerinden birisi
Kâbe’ye ilk giren kişinin hakem olmasını önerdi. Bu hususta anlaştılar. Kâbe’ye
ilk girecek kişi olarak uzaktan Hz. Muhammed’i (s.a.s.) görünce; “el-Emin” (güvenilir
insan) geliyor” diyerek O’nun çözümüne kayıtsız şartsız razı olacaklarını
söylediler. Çünkü O’nun en uygun yolu bulacağını ve kimseye haksızlık
yapmayacağını katiyen biliyorlardı.
O’nun doğruluğunu belgeleyen bir başka hadise
de henüz Müslüman olmamış Ebu Süfyan’la Herakliyus arasında geçen bir
konuşmadır. Herakliyus, Ebu Süfyan’a Allah Resûlü’nü sorar. O da bazı olaylar
anlatır. Konuşmanın bir yerinde Efendimiz’in hayatında hiç yalan söylemediğini
söyleyince, Herakliyus şu enfes tespiti yapar: “Bunca zaman insanlara
yalan söylemekten kaçınan bir insanın bu yaşından sonra kalkıp Allah’a karşı
yalan söylemesi mümkün değildir.”
Verdiği sözde durmada da Efendimiz zirveyi
temsil eder. Bu hususta da O’nun derinliğine ihtiyacımız apaçık görülmektedir.
“Söz verdiğinizde aksini yapmayın, sözünüzde durun” buyuran Allah
Resûlü, bunu, hem de daha peygamber olmadan önce kendi hayatında uyguluyordu.
Bir sahabî anlatıyor: “Henüz İslam dini gelip insanları içinde bulundukları
cahiliye karanlıklarından kurtarmadan önce İnsanlığın İftihar Tablosu’yla bir
yerde buluşmak üzere anlaşmıştık. Ancak ben sözleşmemizi unutmuşum. Üç gün
sonra hatırladım. Hemen buluşma yerine gittim. O bekliyordu. Bana kızmadı ve
darılmadı. Ondan ancak şu sözü işittim, “Delikanlı! Bana meşakkat verdin. Üç
gündür seni burada bekliyorum.”
Merhametlilerin en güzeli!
Allah Resûlü merhamet yönünden de örnek
alınması gereken bir rehberdi. O “Siz yerdekilere merhamet edin ki,
göktekiler de size merhamet etsin” ve “İnsanlara merhamet etmeyene Allah
da merhamet etmez.” buyurmasının yanında kendisi de merhametin en güzel
örneklerini sunuyordu. Mekkeliler O’nu kendi şehrinden çıkarmış, kaç defa
kılıçlarıyla karşısına çıkmış ve en son da aydınlık şehir Medine’de kendisini
muhasara altına almışlardı. Sıra kendisine gelmiş ve Mekke’ye muzaffer bir
komutan gibi değil, neredeyse başı atının boynuna değecek kadar eğilmiş bir
vaziyette giriyordu. Bütün Mekkeliler endişe içindeydiler. Allah Resûlü sordu:
“Benden nasıl bir muamele bekliyorsunuz?”
Onlar da,
“Sen kerimoğlu kerimsin. Senden ancak
kerem beklenir.” dediler. Bunun üzerine Efendimiz de:
“Gidin! Hepiniz hürsünüz. Bugün size
kınama yok. Allah hepinizi bağışlasın.” dedi ve onları serbest bıraktı.
Bu merhamet ve müsamaha karşısında da çoğu
iman ediyor ve Müslüman oluyordu. Kendisinden bir topluluğa lanet okumasını
isteyenlere, merhametinin bir yönü olarak, “Ben lânet okumak için değil,
âlemlere rahmet olmak üzere gönderildim.” buyurmuştu.
Efendimiz’in merhameti sadece insanlarla
sınırlı değildi. O hayvanlara karşı da çok merhametliydi. Allah Resûlü’nün de
içlerinde bulunduğu bir seferden dönülüyordu. Dinlenme vaktinde, bazı sahabiler
bir kuş yuvası görmüş ve yuvadaki yavruları alıp sevmeye başlamışlardı. O
esnada anne kuş geldi ve yavrularını onların elinde görünce çırpınmaya ve acı
sesler çıkarmaya başladı. Efendimiz, ne olduğunu öğrenince bu işi yapanlara
memnuniyetsizliğini belli etti ve yavruların hemen yuvaya konulmasını emretti.
Hz. Aişe (r.anhâ) evinde bir kuş
besliyordu. Onun anlattığına göre Allah Resûlü evdeyken kuş sanki O’ndan bir
şeyler öğrenecekmiş gibi sükûnetle dururdu. Evden ayrılınca da huysuzlaşırdı.
O’nun sayesinde hayvanlar da Allah’ın yarattığı İlahi bir sanat olma seviyesini
kazanmışlardı.
Haram olmayan iki şey arasında birisini
seçmesi için serbest bırakılan Peygamberimiz, her zaman bunlardan kolay olanını
seçerdi. Hoşlanmadığı bir şey olunca, bu, yüzünden belli olurdu. Allah Resûlü
bir kişinin üzüleceği bir şeyi yüzüne karşı söylemez ve hiç kimsenin ayıbını
yüzüne vurmazdı.
Allah Resûlü çocuklara karşı da çok
şefkatliydi. Oğlu İbrahim küçük yaşında vefat edince çok üzülmüş ve
gözyaşlarını serbest bırakmıştı. Onun şefkatini gösteren bir hadise de şöyle
cereyan etmişti:
Çölden bir bedevi Efendimiz’in yanına
gelmişti. O’nun çocuklarla münasebetini görünce kendisinin çocuklarını hiçbir
zaman öpüp okşamadığını söyledi. Bunun üzerine Allah Resûlü,
“Eğer Allah, senin gönlünden rahmet ve
şefkati çekip çıkarmışsa ben ne yapabilirim?” buyurdu.
Onun çocuklarla ilişkisini Hz. Enes şöyle
anlatır: “Resûlullah biz çocukların arasına karışır ve güler yüzle bize şaka
yapardı.” Allah Resûlü, çocukları hakkıyla sevmeyi, onlarla ilgilenmeyi,
onları çeşitli tehlikeler karşısında korumayı cehennemden kurtuluşa vesile
saymaktadır.
Allah Resûlü (aleyhisselam) yerinde
insanlara şaka da yapardı; ama O’nun şakalarında asla yalan olmazdı. Bir gün
Efendimiz’in huzuruna yaşlı bir kadın geldi ve,
“Ey Allah’ın Resûlü, cennete girmem için
Allah’a dua eder misin?” dedi. Efendimiz ona şakayla,
“Yaşlılar cennete giremez.”
buyurdu. Buradaki espriyi anlayamayan kadın ağlayarak geri döndü. Bunun üzerine
Efendimiz, kadının arkasından haber göndererek, “yaşlıların cennete gençlik
halleriyle gireceğini” bildirmiş ve şakasında dahi bir gerçeğe parmak basmıştı.
Hep mütebessimdi...
Kahkahayla güldüğüne şahit olunmayan Allah
Resûlü, hep mütebbessimdi. Bu durumunu bir sahabi şöyle dile getiriyor: “Allah
Resûlü’nden daha çok tebessüm eden kimse görmedim.” İslam’da sadaka
vermenin önemi bilinen bir mevzudur. Efendimiz, tebessümü de sadaka olarak
görmekte ve “Kardeşine gösterdiğin tebessüm senin için sadakadır.”
buyurmaktadır.
Peygamberimiz yavaş yavaş ve tane tane
konuşurdu. Hatta bazı sözlerini dinleyenler ezberleyebilirlerdi. Önemli
meseleleri üç defa tekrarlardı ki, dinleyenler arasında konuyu anlamayan
kalmasın. O, insanlara onların akıl ve anlayış seviyelerine göre konuşur, İlahi
vahyi onların anlayacakları şekilde açıklardı.
Resûl-i Ekrem (aleyhissalâtu vesselam)
tertibe son derece özen gösterir ve insanlara da tertipli ve temiz olmalarını
tavsiye ederdi. Değişik üsluplarla dağınık insanları uyarır ve daha düzenli
olmalarını emrederdi. “Allah güzeldir ve güzel olan her şeyi sever.”
ifadesi hadis kitaplarına, güzelliklerle alakalı bir ölçü olarak giren söz
cevherlerindendir.
Hz. Peygamber Efendimiz, insan haklarını
Allah’a saygının bir ifadesi olarak kabul ediyordu. Neticede insan olduğundan
dolayı bir Yahudi’nin cenazesi için ayağa kalkıyor ve bunu herkese
gösteriyordu.
Bir yazı çerçevesinde sadece birkaç
örnek yönünü ifade edebildiğimiz Allah Resûlü (s.a.s.) her yönüyle numûne-i imtisaldir. Kendisine tabi
olduğunu söyleyen Müslümanlar, O’nu her yönüyle örnek almalıdırlar. Örnek
alabilmek için de her şeyden önce örneğin iyi tanınmasında zaruret vardır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder