28 Mayıs 2017 Pazar

Orucumuzu Güzelleştirelim...




Hakkını vererek tutulan oruç insanı bir nevi melekleştirir. Zira meleklerin yeme, içme ve benzeri ihtiyaçları yoktur. Ramazan ayında oruç tutan insanlar da yeme-içme ihtiyaçlarını bir müddet erteleyerek melekvârî/melek gibi bir hayat yaşıyorlar.

Melekler yalan söylemez, iftira atmaz, dedikodu yapmaz.. hâsılı günah işlemezler. Oruç tutan insan da melekler gibi, yalan, dedikodu, dargınlık, çekememe gibi hallerden uzak durmalı, dilini, gözünü ve diğer azalarını günahlara dalmaktan uzak tutmalıdır. Oruç tutuyoruz, fakat tuttuğumuzu düşündüğümüz oruç, bizi haramlardan, yanlışlıklardan uzak tutmuyorsa bir yerlerde bir eksiklik var demektir.

Kaygan bir zeminde yürüyen bir kimsenin adımlarını dikkatli attığı gibi, oruç tutan mü’min de orucunun zedelenmemesi için bütün azalarını günahlardan koruma konusunda son derece hassas olmalıdır. Tam ve kâmil oruç, ancak yeme-içmeden uzak durduğumuz gibi bütün günahlardan kaçınmakla mümkün olur.

Oruç sadece belli bir süre açlık değildir. Allah Resûlü (as) açlık orucu(!) tutanların durumunu çok net bir şekilde şöyle resmeder:

عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ رَضِيَ اللهُ عَنْهُ، قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ:
رُبَّ صَائِمٍ لَيْسَ لَهُ مِنْ صِيَامِهِ إِلَّا الْجُوعُ، وَرُبَّ قَائِمٍ لَيْسَ لَهُ مِنْ قِيَامِهِ إِلَّا السَّهَرُ.
Ebu Hüreyre’den (radıyallâhu anh) rivayet edildiğine göre,
Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

Nice oruç tutuyor görünen kimse vardır ki, orucundan, susuz kalma ve açlıktan başka bir kazancı yoktur. Nice geceleyin kalkıp nafile ibadet yapanlar vardır ki, onun da bu kalkmasına karşılık, eline uykusuzluktan başka bir şey geçmez. ” (İbn Mâce, Sıyam 21)

İnsanın değerlendirmesine göre Ramazan ayı maddî-manevî pek çok kazanca vesile olabilecek bir zaman dilimidir. Aynı ortamdan herkes aynı şekilde etkilenmediği gibi herkesin istifadesi aynı olmaz. Ramazan’ın dünyevî-uhrevî bereketini elde etmek için dikkat edilmesi gereken bazı hususlar vardır. Bunlar dikkate alınırsa, bir aylık ramazanda tutulacak orucun bir ömürlük kazanımları olacaktır.

Orucun daha güzel ve kamil olması için

Ramazan, oruç ayıdır. Sağlık problemi olmayan her Müslüman bu ayda oruç tutmakla yükümlüdür. Orucun daha güzel ve kamil olması, oruçtan beklenen neticenin elde edilebilmesi için tavsiye edilen bazı hususları şöyle özetleyebiliriz:

Diğer aylardan farklı olarak gecenin yarısında kalkılacak Sahur, evlerde ramazan ayının geldiğini hissettiren bir ortam oluşturur. Zira sahur, Ramazan ve oruçla bütünleşmiş bir İslami uygulamadır. Ayrıca sahurun, tam olarak bilip ölçemeyeceğimiz bir bereket kaynağı olduğunu, bizzat Peygamber Efendimiz (s.a.s.) beyan ediyorlar...

Normal zamanlarda kalkmak için zorlanılan “teheccüd namazları” için sahur önemli bir vesiledir. Berzah aydınlığının en önemli vesilesi olan teheccüdler de ramazanımızı süsleyip güzelleştirebilir.

İftar, akşam vakti girince hemen yapılmalı. Akşam namazı oruçluyken kılınmamalıdır. İmkân varsa, iftar yapılıp oruç açıldıktan sonra akşam namazı eda edilmeli, yemek namazdan sonraya bırakılmalı…

İftardan önce, özellikle Allah Resûlü’nün tavsiye ettiği, yaptığı iftar duaları yapılmalıdır. Asr-ı saadeti hatırlamak için oruç, hurmayla veya suyla açılmalıdır. Ayrıca iftarda ertesi gün tutulacak oruca da niyet edilmesi tavsiye edilir.

Teravih namazı, Ramazan’ın en başta gelen “kıyâmı”dır. Sünnet deyip teravihler geçiştirilmemeli, hiç değilse ertesi gün çalışılmayacak akşamlarda teravih için “hatimle teravih kılınan camiler” tercih edilmeli. Teravihin bir yarış havasında kılındığı camiler yerine kıraat, kıyam, rükû ve secdenin hakkının verildiği camiler tercih edilmeli.

Mukabele, Ramazana mahsus, aslını Efendimiz’in hayatından alan güzel bir uygulamadır. Kur’an ayı olan Ramazan ayın, en azından bir mukabeleyle geçirilmeli.

Kur’an ramazan ayında indirilmeye başlanmıştır. Dolayısıyla bu ay dini bilginin ve Kur’an bilgisinin arttığı bir ay olarak değerlendirilmeli. Toplum olarak Kur’an’ın hem lafzına hem de manasına uzağız. Ramazanda muhtasar bir tefsir okunması hem dini kültürümüzün artması hem de oruç ayını daha verimli geçirmeye vesile olacaktır.

Ramazanın ilk günlerinde, bir ilmihalden oruçla alakalı fıkhî bilgiler tazelenmeli ki, bozduğumuz halde oruç tuttuğumuzu zannetmeyelim.

Mide oruç tutarken dil ona uymalı

Dilini yalan, iftira, gıybet, hakaret vb. şeylerle kirleten bir kimsenin, ramazanda sadece midesine oruç tutturması, ona çok bir şey kazandırmayacaktır. Bunu Allah Resûlü (as) bir hadis-i şeriflerinde şöyle anlatır:

عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ:
مَنْ لَمْ يَدَعْ قَوْلَ الزُّورِ وَالْعَمَلَ بِهِ فَلَيْسَ لِلَّهِ حَاجَةٌ فِي أَنْ يَدَعَ طَعَامَهُ وَشَرَابَهُ.
Kim yalan söylemeyi ve yalan dolanla iş yapmayı terk etmezse, Cenâb-ı Hak o kimsenin yemeyi, içmeyi bırakmasına ihtiyaç duymadığı gibi, hiç kıymet verip iltifât etmez.” (Buhârî, Savm 8)

Midesine oruç tuttururken, dilini tutamayıp dedikodulara dalan, yalan ve iftiradan uzak duramayan kimse, oruçtan elde edilecek mükâfatlardan mahrum kalırlar.

Göz de oruçtan nasibini almalı

Ramazanda, gözler harama bakma konusunda her zamankinden daha hassas olmalı. Zira, haramlar müminin ibadetlerden alacağı hisseyi azaltır. Bir haram, bir haramın sebebi olduğu gibi bir başka haramın da sonucu olur. Ramazanda haramlardan uzak duran gözler, kâinata ve çevresine ibretle bakmalıdır ki, Kur’an bize, çevremize hep “ibret nazarı”yla bakmayı tavsiye eder. Şair de ibret almayan gözün, sahibine “düşman” olduğunu söyler:
Bir göz ki onun olmaya ibret nazarında
Ol düşmanıdır sâhibinin baş üzerinde

Ellerle beraber bütün azalar oruca katılmalı

İnsanın yaptığı pek çok şeyde kullandığı organı eldir. Ramazanda eller harama uzanmaktan uzak tutulmalıdır ki, mideye tutturulan oruç haramla zarar görmesin.

Ramazanda mide oruç tutarken, ayaklar harama yürümemeli, kulaklar da yalan, iftira, gıybet gibi haram olan şeylerden uzak durmalıdır. Kısacası ramazanda bütün azalar haramlardan uzak tutularak orucun hakkı verilmeye çalışılmalıdır.


Hadisin ifadesiyle, Ramazanda şeytanlar bağlanır. Bağlı şeytan, kendisine çok yaklaşmayan insanlara zarar veremez. O halde bize düşen, şeytanın bağının dolaşım alanına girmemek ve bağlı şeytanın ipini bizzat çözmeye sebep olacak tavır davranışlardan uzak durmaktır.

27 Mayıs 2017 Cumartesi

Niçin Oruç Tutuyoruz?



Rabbimizin bizden yapmamızı istediği bütün ibadet ve davranışların hem bedenimize hem de ruhumuza -farkında olduğumuz ve henüz farkına varıp bilemediğimiz- pek çok yararı vardır. Ancak Müslümanlar olarak biz, bu ibadetleri faydalarından dolayı değil, “Allah emrettiği” için, “O’nun rızasını kazanmak” yaparız.

Oruç, Arapçada bir şeyden uzak durmak, kendini tutmak manasına gelen “savm” kelimesiyle ifade edilir. Savm, bir kimsenin, ibadet niyetiyle, imsak vaktinden güneşin batışına kadar yeme-içme gibi beşerî ihtiyaçlarına karşı kendisini tutması, bu ihtiyaçları karşılamayı belli bir süre ertelemesi manasına gelir.

Ramazan ayı gelince en çok konuşulan konu ve genel gündem oruç olur. Herkes dinî tutum ve yaklaşımına göre orucun farklı yönlerini ele alıp konuşur. Hatta eksik bilgilerle büyük tartışmalar yapılır. Oruçla -daha yerinde bir ifadeyle dinî hayatla- arası iyi olmayanlar, oruç tutmamak için “toplumun itiraz etmeyeceği” bahaneler arar, kimlerin oruç tutmayacağını/tutamayacağını konuşurlar. Dini hassasiyetleri olanların temel yaklaşımı ise orucun bireysel ve toplumsal faydaları ekseninde cereyan eder. Evet, gerçekten de orucun pek çok faydası vardır:

Oruç vücudu dinlendirir

Devamlı çalışan bir makine belli sürelerle durdurulup dinlendirilir, periyodik bakımı yapılır. Bu, ondan daha iyi verim almayı ve onu daha uzun süre kullanmayı sağlar. Bakımsız olarak sürekli çalışan bir makinenin verimi düşeceği gibi, zamanla bozulabilir de. Devamlı yoğun bir şekilde çalışan midemizin de bir ay dinlenmesi veya daha az çalışması mide için rahatlama sağladığı gibi vücudu da dinlendirip korur. Oruçlu insan, aynı zamanda günümüzün en büyük problemlerinden biri olan obezite/şişmanlık konusunda bir nevi korunmuş olur.

Oruç sabır ve irade eğitimi verir

Allah Resûlü (as), “Oruç, sabrın yarısıdır” (İbn-i Mâce, sıyam 44) buyurur.
Evet, gerçekten de oruçla sabrı öğrenip hayatına tatbik edemeyen bir kimsenin başka şekilde sabrı öğrenmesi zordur. Her zaman yediğimiz, yiyebildiğimiz bir yiyeceği iftar vaktinden önce yiyemiyoruz. Hava ne kadar ağır olursa olsun, ne kadar aç olursak olalım, o “son 5 dakika”yı beklemek zorundayız; tek başımıza da olsak, hiç kimse(!) görmese de. Evet, Ramazanda oruçla, arzuların sadece Allah’ın emriyle ve rızasını kazanmak için ertelenebileceği öğrenilir.

Oruç mideye ve cinsel arzulara hâkim olmayı öğretir

Hayatta pek çok sıkıntıyla karşılaşılır. Bu sıkıntıların önemli bir kısmı insanın midesine söz dinletememesinden ve cinsel arzularına hâkim olamamasından kaynaklanır. Ramazan hem mideye hem de cinsel arzulara hâkimiyet için iyi bir eğitim dönemidir. Oruç ile midenin aç ve susuz bırakılması nefsin arzularını bir yere kadar dizginler.

Oruç, koruyucu hekimliktir

Resûl-i Ekrem Efendimiz (aleyhissalâtu vesselam), Ahmed b. Hanbel’in Ebu Hureyre’den rivayet ettiği bir hadis-i şerifte “Oruç tutun ki, sağlıklı olasınız.” buyuruyorlar. Bu, hastaların oruç tutup iyileşmesi manasına değildir. Çünkü orucun anlatıldığı ayette ve dinin uygulamalarında hasta olanların oruç tutmayacakları ve hastalığının seviyesine göre bazen tutmamaları gerektiği anlatılıyor.

Efendimiz’in (s.a.s.) bu beyanı günümüzde daha iyi anlaşılmakta ve orucun insan vücuduna faydası daha iyi görülmektedir. Dine karşı önyargısı olmayan bir uzmana “oruç tutma” hakkındaki görüşleri sorulsa o, şunu söyleyecektir:

“Normalde rahatsızlığı olmayan bir insana orucun hiçbir zararı yoktur. Aksine orucun insan vücûduna değişik faydaları vardır. Devamlı çalışan mide, karaciğer ve diğer sindirim organlarının dinlenmesi ve kendi kendilerini toparlaması insan sağlığına büyük faydalar sağlar.”

Sağlıklı bir insan için orucun bilinen pek çok faydasının yanında, henüz tecrübe edemediğimiz ve tıbbın keşfedemediği başka faydaları da vardır. Çünkü, insanı yaratan ve onun için en faydalı şeyin ne olduğunu bilen ihsan sahibi Rabbimiz oruç tutulmasını emreder. Her işinde hikmet vardır; abes işlemez Allah.

Orucun insanın şahsî ve toplumsal hayatına, nefsin terbiyesine, Allah’ın nimetlerine şükretmeye bakan faydalarının yanında daha başka binlerce faydası ortaya çıksa, bütün doktorlar oruç tutmayı tavsiye etse biz müminler orucu bu faydalar için tutmayız, tutmamalıyız. Aynı şekilde orucun hiçbir faydasının olmadığı(!) belirlense, biz müminler orucu terk etmeyiz. Orucu, faydaları için tutanlar bu faydaları elde etseler bile orucun asıl sevabını, uhrevî mükâfatını kaçırır, ahirete, kendilerini cehennem ateşinden koruyacak oruç gibi bir “kalkan” gönderemezler.

İbadetlerde asıl olan “Allah'ın emri”dir. İbadetler yalnızca Allah emrettiği için ve O'nun emrettiği şekilde yapılır. Bu durum “taabbudîlik” kavramıyla ifade edilir. Evet, biz ibadetlerin Allah ve Resûlü tarafından belirlenmiş şekil ve formatlarını değiştiremez, zamanını ileri-geri alamaz, eksiltme ve artırma yapamayız. Kısacası aslı olmayan yeni bir ibadet şekli ortaya koyamayız.

İbadetlere Allah rızası dışında başka düşünceler girdiği zaman, o ibadeti boşa çıkartır. Hatta ahirette, pek çok zorluklara katlanılarak yapılan ibadet yapanın aleyhine de dönebilir. Biz jimnastik yapmak için namaz kılmadığımız gibi, perhiz, diyet veya midemizi dinlendirmek için de oruç tutmayız. Bunlar orucun tabii neticeleri olabilir. Ancak niyet, diyet olursa insan aç kalır ama bu aç kalma, oruç olmaz. Nitekim Allah Resûlü (as) bu durumu anlattığı hadislerinde, "Nice oruç tutanlar vardır ki, tuttukları oruçtan payları, yanlarına kalacak olan sadece çektikleri açlık ve susuzluktur." (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 2/373; İbn Mâce, Sıyâm 21) buyururlar.

 Bütün ibadetlerde geçerli olan bir hakikati Hz. Ali (r.a.) şöyle anlatır:
İbadet eden insanlar üç gruba ayrılır: İbadet, karşılığında bir pazarlık yapar tarzda bir menfaat, uhrevî sevap veya ibadetin sonucu olarak cennet beklenerek yapılırsa; buna, “tüccar ibadeti” denir.
İbadetin tek sebebi cehennem veya azab korkusu ise; bu, “köle ibadeti”dir.
Üçüncü grup ise ibadeti, sırf Allah rızasına ulaşmak için yapar ki, bu, hür iradeli kimselerin ibadeti budur.

Sırf Allah'ın rızasını kazanmak ve nimetlerine şükretmek maksadıyla yapılan ibadet, aklı başında hür bir kimsenin ibadetidir ki, Allah sadece bu şekilde samimi niyetle yapılan ibadetleri kabul eder. Makbul olan ibadet, Hz. Ali’nin (r.a.) de belirttiği gibi, Allah’ın nimetlerine karşı şükran borcunu yerine getirmek ve O’nun rızasını kazanmak maksadıyla yapılan ibadettir. Allah, ancak böyle samimi bir düşünce ve niyet ile yapılan ibadetleri kabul eder. 

26 Mayıs 2017 Cuma

TERÂVÎH NAMAZI

Diyanet Riyaseti'nin Osmanlı'nın son dönem alimlerinden Ahmed Naim'den hazırlamasını istediği "Sahih-i Buhârî" muhtasarının tercümesini bitirmeye müellifin ömrü yetmemiş, onun vefatından sonra bu işi 4. ciltten itibaren Prof. Kamil Miras devralmıştır. Kamil Miras "Tecrid-i Sarih" adıyla neşredilen bu harika çalışmanın 4. cildinde "Teravih Namazı"nın rekatı konusunda tartışmaları değerlendirip bir sonuca bağlamıştır.
Biz de Kamil Miras merhumun "Teravih Namazı" başlıklı bu çalışmasını, -basit bir düzenleme ve bazı kelime açıklamalarıyla- paylaşalım istedik.

Asr-ı Saadette teravih:
Ramazân-ı şerife mahsus olan teravih namazı da bir gece namazıdır. Resûl-i Ekrem (s.a.s.) tarafından bu gece ibâdetine "Kıyâm-ı Ramazan = Ramazan namazı'' unvanı bahşedilmiştir. Bu siyret-i seniyyeye tebaiyyetle mezheb-i Hanefî'nin erkân-ı erbeasından bir rükn-i mühimmi sayılan, "Hidâye" metninde teravih bahsine: "Ramazan namazı hakkında fasıl" unvâniyle başlanmıştır.

Bir de Resûl-i Ekrem Efendimiz'in Ramazan namazının her dört rek'atinde bir müddet istirahat buyurduklarını rivayet eden İbn-i Abbâs (r.a.), bu âdet-i Nebeviyye'nin teravih namazındaki terevvüh ve istirâhatin aslı ve müstened-i aleyhi olduğunu da haber vermiş olmasına nazaran bu çok sevimli ve neş'eli ibâdetimizin, en ziyâde şöhret-şiâr olduğu (Terâvîh namazı) unvanı ile de tâ sadr-ı İslâmdan beri yâd olunageldiğini anlıyoruz.

Teravih namazının cemâatle kılınması, rek'atlerinin muayyen bulunması, hatim sünnetini hâiz olması gibi husûsiyyetleri bulunduğundan gerek hadîs, gerek fıkıh kitablarında bu namaz, mesnûn olan diğer gece namazlarından ayrılarak "Kitabü’s-Savm"ın bir lahikası hâlinde ve husûsî bir babda zikredilmiştir: Bizim için de teravihten Kitâbü's-Savm'da bahsetmek îcâb ederdi. Fakat biraz hadîs ile meşgul bulunan bazı kimselerin İbn-i Abbâs ile Hazret-i Âişe'nin bu hadîslerine ve bilhassa Sıddîka-i müşârün ileyhâ'nın tercümesi 592 numara ile gelecek olan diğer bir hadîsine bakarak “Resûl-i Ekrem sekiz rek'atten ziyâde teravih namazı kılmamıştır. Bundan fazlası matlûb-u Şâri' değildir” dedikleri duyulduğundan Resûl-i Ekrem'in salât-ı leyli(gece namazı) hakkında îzâhât verdiğimiz şu sırada teravih namazının şer'î vaziyeti, cemâatle keyfiyyet-i edası ve aded-i rekeâtı hakkındaki âsâr-ı(rivayetler) şerîfeyi bildirmeyi de muvafık bulduk.

Teravih Namazının Şer'î Vaz'iyeti:
Resûl-i Ekrem Efendimiz'in bu namazı îmânın bir şubesi addetmiş olmaları suretinde hulâsa edilebilir. Resûl-i Ekrem, Ramazan namazını birkaç gece müstesna olmak üzere münferiden(tek başına) kılmaya devam buyurdukları gibi Ashabını da:
Her kim Ramazan'da terâvîh namazının hak olduğuna inanarak ve riya karıştırmayarak Allah rızâsı için kılarsa, onun geçmiş günahları bağışlanır” diye teşvîk buyururlardı. Bu hadîsi, Buhârî "Nafile olan teravih namazını kılmak imandandır" unvâniyle açtığı bir babında zikretmiştir. Teravih namazı kılmak îmandan bir şube addedildiği için İmâm-ı Ebû Hanîfe: "Teravih, sünnet-i müekkededir" buyurmuştur.

Asr-ı Saâdet'te Kılınan Teravih Namazı ve Bu Babdaki Rivâyât-ı Sahîha:
1) Zeyd İbn-i Sabit (r.a.)'den Buhârî'nin rivayetine göre, Resûl-i Ekrem sallallâhu aleyhi vesellem Ramazan'da Mescid-i Saadet'te i'tikâf için hasırdan bir hücre ittihâz etmişti. Ramazân-ı şerifin aşr-ı ahirinde(son on gününde) birkaç gece buradan çıkıp cemâatle hem farz ve hem de terâvîh namazı kılmıştı. Ahîren(son olarak) cemâatin tehacümünü görünce bir gece, yalnız yatsı namazını kıldırıp, bu hasır odasına çekilmiş, teravih için çıkmamıştır.

Resûl-i Ekrem'in hücresinde sesi duyulmayınca uyudu zannedilerek uyansın ve çıksın diye bazı Ashâb öksürmeğe başladı. Resûl-i Ekrem çıkıp intizâr eden cemâate hitâb ederek buyurmuştur ki:
Cemâatle teravih namazı kılmak hususunda sizde gördüğüm bu arzu ve iştiyak daimîdir. Fakat böyle cemâat hâlinde bu ibâdete devam ederken teravihin farz kılınmasından ve farz kılındıktan sonra hepinizin an-cemâatin edasına muktedir olamamanızdan korkarım. Ey nâs! Bu namazı evinizde kılınız. Farz namazlardan başka sünnet ve nafile namazları kişinin evinde kılması daha faziletlidir.

Câbir İbn-i Abdillâh (r.a.)'ten Müslim'in rivayetine göre Hazret-i Câbir, Resûlullâh (s.a.s.) şöyle buyurdu demiştir: “Sizin biriniz farz namazı mescidinde kıldıkta (dönüp evine gelerek sünnet, müstehab, kaza namazlarını evinde kılmak suretiyle) evini de namazın feyz ve bereketinden nasîbedâr kılsın. Cenâb-ı Hak onun namazından, evinde feyz ü bereket yaratır.”

2) Buhârî'nin Hazret-i Âişe'den rivayetine göre Resûl-i Ekrem Efendimiz'in böyle cemâatle teravih namazı kılması iki yahut üç geceye münhasırdır. Hazret-i Âişe demiştir ki: Bir Ramazan gecesi Resûl-i Ekrem, Mescid-i Saâdet'te teravih namazı kıldı. Ashâb-ı Kiram da kendisine iktidâ edip kıldılar. Ferdası gece de böyle cemâatle kıldılar. Halk çoğaldı. Üçüncü veyahut dördüncü gece yine toplanmışlardı. Fakat Resûlullâh (s.a.s.) o gece teravihe çıkmadı. Sabahleyin çıkıp namazdan sonra: "Ey nâs! Sizin cemâatle Ramazan namazı kılmağa olan şedîd arzu ve iştiyakınızı görüyorum. Benim için de namaza çıkmağa hiç bir mâni yoktu. Yalnız böyle aşırı bir iştiyak ile devam edilerek üzerinize farz kılınmasından, sizin de edasına muktedir olamamanızdan endîşe ettim." buyurdu. Hazret-i Âişe ‘Bu namaz hâdisesi Ramazan'da vuku bulmuştu’ demiştir.

3) Müslim'in Urve tarikiyle Hazret-i Âişe'den rivayetinde daha fazla tafsilât vardır. Bu rivayete göre, Hazret-i Âişe demiştir ki: Resûl-i Ekrem teravih namazını gece yarısında mescidde kıldırmıştı. Birçok kimseler de kendisiyle beraber kılmıştı. Ferdası günü ağızdan ağıza Resûl-i Ekrem'in teravih kıldırdığı şayi' olunca ikinci gece mescidde bir gece evvelkinden ziyâde kalabalık vardı. Resûl-i Ekrem bu gece de teravih kıldırdı. Bunun ferdası günü ise terâvîh haberi daha ziyâde şayi' olmuştu. Bunun için üçüncü gece halkın tehacümü daha ziyâde artmıştı. Resûl-i Ekrem bu gece de kıldırdı. Dördüncü gece artık Mescid-i Saadet istîâb(almayacak) edemeyecek derecede cemâat çoğaldı. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem dördüncü gece teravihe çıkmadı. Yalnız sabah namazına çıkıp namazdan sonra cemâate dönerek bir hutbe îrâd eyledi, şehâdetle ve (Emmâ ba'dü) fasl-ı hitabı ile başladığı bu beliğ hutbesinde gece terâvîhe çıkmadığının sebebini, bundan evvelki hadîslerde îzâh olunduğu üzere anlattı.

4) Tahâvî'nin ve Sünen-i Erbaa sahiplerinin Ebû Zerr-i Gıfârî (r.a.)'den bu babdaki rivayetleri ise daha ziyâde tafsilâtı muhtevidir. Ebû Zer Hazretleri demiştir ki:
Resûlullâh (s.a.s.) ile birlikte bir Ramazan oruç tuttuk. Ramazân-ı şerifin hitâmına yedi gün kalıncaya kadar Resûl-i Ekrem bize hiç bir gece farzdan başka namaz kıldırmadı. (Yatsı namazını kıldırır, sonra Hücre-i Saadet'ine girerdi). Ayın yirmi üçüncü gecesinde, gecenin bir sülüsü geçene kadar bize terâvîh namazı kıldırdı. Ramazan'dan altı gece kalınca (yâni Ramazan'ın yirmi dördüncü gecesi) bize namaz kıldırmadı. Ramazan'dan beş gece kalınca (yâni Ramazan'ın yirmi beşinci gecesi), gecenin yarısı geçene kadar bize namaz kıldırdı. Ben dedim ki:
Yâ Resûlallâh! Gecenin geri kalan yarısında da namaz kıldırsaydınız, (bizim için daha hayırlı olurdu). Resûl-i Ekrem cevâb olarak: ‘İmâm, namazı bitirinceye kadar onunla namaz kılmak bütün geceyi namazla ihya etmek için kâfidir’ buyurdu. Ramazan'dan dört gece kalınca (yâni Ramazan'ın yirmi altıncı gecesi) Resûl-i Ekrem yine bize namaz kıldırmadı. Gecenin sülüsüne(üçte bir) kadar intizâr ettik. Ramazan'dan üç gece kalınca (yâni yirmi yedinci gece) Resûl-i Ekrem, ehlini, kadınlarını ve Ashabını topladı. Bize (bütün gece) namaz kıldırdı. (Namaz o kadar uzadı ki!) biz, sahuru geçireceğiz zannettik. Bundan sonra Resûlullâh, Ramazan'ın geri kalan gecelerinde bize namaz kıldırmadı.

İşte buraya kadar nakil ve tercüme ettiğimiz Zeyd İbn-i Sabit, Âişe, Ebû Zer (r.anhüm) hadîslerinden öğrendiğimize göre, Resûl-i Ekrem Efendimiz iki veyahut üç gece cemâatle teravih namazı kılmışlardır. Fakat böyle devam edilirse gitgide farz kılınır endişesiyle cemâati bırakmışlar ve herkesin evlerinde münferiden kılmalarını emretmişlerdir. Zaman zaman da: "Kim ki, Ramazan’ın şeref ve faziletine inanarak ve Allâhu Teâlâ'nın rızâsını dileyerek Ramazan hâtırası için namaz kılarsa, onun geçmiş günahları bağışlanır." diye farz değil, nafile olarak münferiden teravih namazı kılmağa teşvik ve tergîb buyurmuştur.

Asr-ı Saâdet'te Kılınan Teravihin Aded-i Rekeâtı Hakkındaki Âsâr-ı Şerîfe:
Yukarıda nakil ve tercüme ettiğimiz haberlerde Resûl-i Ekrem (s.a.s.) tarafından cemâatle kılınan teravih namazının kaç rek'at olduğu bildirilmemiştir. Bu ciheti aşağıdaki ahâdîs-i(hadisler) şerîfeden öğreneceğiz:

1) Tercümesi 592 rakamıyla gelecek olan Âişe (r.anhâ) hadîsinde görüleceği veçhile Resûl-i Ekrem Efendimiz'in Ramazân-ı şerifte kıldığı teravih namazının kemmiyet ve keyfiyeti Hazret-i Âişe'den sorulduğunda Sıddîka-i müşârün ileyhâ cevaben: Resûl-i Ekrem'in ne Ramazan'da, ne de sâir gecelerde kıldığı gece namazlarında on bir rek'at üzerine ziyâde etmediğini bildirmiştir. Bu hesabda üç rek'at vitir namazı da dâhil bulunduğundan, Resûl-i Ekrem'in kıldırdığı teravih namazının sekiz rek'atten ibaret olduğu anlaşılır.

2) İbn-i Hibbân ile İbn-i Huzeyme'nin Sahihlerinde Câbir (r.a.)'den, Resûl-i Ekrem'in Ashâb ile sekiz rek'at teravih, sonra da vitir namazı kıldıklarını rivayet etmişlerdir.

3) İbn-i Ebî Şeybe'nin, Taberânî'nin, Beyhakî'nin İbn-i Abbâs'tan vâki' olan rivayetlerinde ise İbn-i Abbâs (r.a.), Resûl-i Ekrem'in Ramazan'da yirmi rek'at teravih kıldırdığını bildirmiştir:
عَنِ ابْنِ عَبَّاسٍ رضى الله عنهما أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ كَانَ يُصَلِّي فِي رَمَضَانَ عِشْرِينَ رَكْعَةً وَالْوِتْرَ. (رواه ابن ابى شيبة والبيهقى(

Bu haber, Hazret-i Âişe ve Câbir rivayetlerine muğayir olmakla beraber bunun senedinde İbn-i Ebî Şeybe'nin büyük babası Ebû Şeybe İbrahim İbn-i Osman'ın bulunması, bu zâtın da ehl-i hadîs nazarında za'f-ı rivayetle şâibedâr olması, İbn-i Abbâs'ın bu çok kıymetli olan haberinin za'fını mûcib olmuştur. Aşağıda îzâh edileceği üzere nevâkilin(nakillerin) isbât ve istidlalinde hadîs-i zaîf kâfî olmakla beraber za'fını îzâle edecek amel-i Sâhâbe gibi birtakım müeyyideler bulunduğundan bu da mevzûumuzun medâr-ı istinadı olan haberlerden birisi olduğu muhakkaktır.

Hulefâ-yi Râşidîn Devrinde Teravih Namazı:
Buhârî, Sahîh'inde İbn-i Şihâb ez-Zührî'nin irtihâl-i Peygamberî'ye kadar teravih namazının Asr-ı Saâdetteki vaziyeti, yukarıda nakl ü tercüme ettiğimiz âsâr ve ahbâr dâiresinde cereyan ettiğini te'yîd ettikten sonra Hulefâ-yı Râşidîn devrindeki vaziyetini şu suretle îzâh ettiğini rivayet ediyor:

İrtihâl-i Peygamberî'den sonra Ebû Bekir (r.a.) ve kısmen de Ömer İbn-i Hattâb (r.a.) zamanlarında teravih namazı, Asr-ı Saâdet'te olduğu gibi münferiden(tek başına) kılınmak suretiyle cereyan etti. Bilâhare cemâatle kılınmağa başlandı.

Urve'nin Abdurrahmân İbn-i Abdü'l-Kârî'den(1) rivayetine göre, Abdurrahmân demiştir ki: Bir Ramazan gecesi Ömer İbn-i Hattâb (r.a.) ile mescide çıkmıştık. Mescidde halk münferid ve müteferrik bir halde teravih namazı kılıyordu. Kimi kendi başına yalnızca namaz kılıyordu, kimi namaz kılıyordu ve bunun namazına bir kısım halk da tebeıyyet(uyuyor) ediyordu. Hazret-i Ömer: Öyle zannediyorum ki, bunları bir imâm arkasında toplarsam daha hoş olacak, demişti. Sonra azmetti. Ve hakîkaten ferdası günü, Übey İbn-i Kâ'b’ı (r.a.) teravih imâmı ta'yîn edip cemâati onun arkasında topladı. Teravih namazı cemâatle kılınmağa başlandı. Başka bir gece yine Ömer İbn-i Hattâb ile mescide çıkmıştım. Nâs, imamları Übey İbn-i Ka'b ile beraber namaz kılıyorlardı. Hazret-i Ömer, halkın dînî bir vecd ile namaz kıldıklarını görünce:نِعْمَ الْبِدْعَةُ هَذِهِ  = Şu teravihin böyle cemâatle kılınması her veçhile ne güzel âdet oldu" diye sevincini izhâr eyledi. Ve "Fakat namazlarını gecenin sonuna te'hîr edip de şimdi uyuyanlar, şimdi namaz kılanlardan daha ziyâde hâiz-i fazilettirler." sözünü de ilâve etti. Nâs, teravihi gecenin evvelinde kılmakta idiler.

Halkın böyle meserret içinde teravih namazı kıldığını görünce Hazret-i Ömer'in: "Bu teravihin cemâatle kılınması ne güzel âdet oldu" sözü, teravihin cemâatle edâ edilmesine teşvik ve tergîbi mütezammındır. Lisân-ı Arab'da "Ni'me" kelimesi bir fi'l-i medihtir, bütün mehâsini(güzellikleri) câmi'dir. "Bi'se" kelimesi de bir fi'l-i zemdir, bu da bütün mesâvîyi câmi'dir.

Hazret-i Faruk'un vaz' edilen bu âdet-i müstahseneyi bid'at yâd etmesi, bu namazın ne Asr-ı Saâdet'te, ne de Ebû Bekir zamanında cemâatle kılınmasına devam edilmemiş ve gecenin evvelinde kılınmış olmasına ve aded-i rekeâtının da en sahîh rivayete göre ziyâde edilmiş bulunmasına mebnîdir.

Bid'at, aslında Resûlullâh’ın (s.a.s.) zaman-ı Saâdet'inde mevcûd olmayan bir emri ihdas etmekten ibarettir. Terâvih namazının cemâatle edâ edilmesi bid'atin bu umûmî manasında pek tabiîdir ki, dâhil değildir. Çünkü Resûl-i Ekrem cemâatle teravih namazı kıldırmışlardı. Ve bir mazeretle cemâati terkedip herkesin münferiden evinde kılmalarını emretmişlerdi. Resûl-i Ekrem'in irtihâli üzerine böyle bir mahzur kalmamıştı. Bu mühimmeye işaret için Aliyyü’l-Kârî teravih namazının cemâatle edası sûretâ bid'attir, hakikatte değildir, âdet demektir, diyor.

Ebû Bekir (r.a.) ise, hilâfeti zamanında teravihten çok daha mühim işlerle meşgul bulunuyordu. İslâm'ın beka ve mevcûdiyyetini tehdîd eden o çetin ve korkunç irtidâd gaileleri bu ilk ve büyük halîfeyi başka hiçbir işe baktırmamıştı. Hazret-i Ömer'in ilk devr-i hilâfetini de kısmen işgal eden bu nevî gavâilden(gaileler) dolayı teravih namazına sıra ancak bu gaileler bertaraf edildikten sonra gelebilmiş idi.

İmâm-ı Mâlik'in Muvatta'da Sâib İbn-i Yezîd'den rivayetine göre Hazret-i Ömer, Übey İbn-i Kâ'b ile Temim Dârî'yi Ramazan imâmı ta'yîn etmişti. Sâib, her rek'atte imâmın takrîben yüz âyet okuduğunu haber vermiştir.

Ucâle'den naklen Mirkat'ta bildirildiğine göre, Ebû Osman en-Nehdî şöyle demiştir: Hazret-i Ömer, teravihin cemâatle kılınmasına karar verince kurrâdan üç zâtı davet etti. Ve bunlara Kur'ân okutup içlerinden sür'atli okuyana her rek'atte otuz âyet, orta derecede okuyana yirmi beş, ağır okuyana da yirmi âyet okumalarını emretti.

Hazret-i Osman (r.a.) zamanında devr-i Fârûkî'de olduğu gibi teravihin cemâatle kılınmasına devam edilmiştir. Hem bir halde ki, devr-i Fârûkî'de kılındığı gibi her rek'atte takrîben yüzer âyet okunarak ve şiddet-i kıyamdan asaya ittikâ edilerek teravih kılındığını Beyhakî, Sâib İbn-i Yezîd'den rivayet etmiştir.

Yine Beyhakî, Hişâm İbn-i Urve'den de şunu rivayet etmiştir. Hazret-i Ömer, erkekleri Übey İbn-i Kâ'b'ın, kadınları da Süleyman İbn-i Ebî Hasme'nin arkasında ayrı ayrı toplamıştı. Hazret-i Osman zamanında ise Halîfe-i müşârün ileyh kadınları da, erkekleri de Ebû Hasme'nin arkasında cem' etmiş ve ayrı ayrı kılmalarına lüzum görmemiştir. (Mirkat, 2/674)

Alî Murtazâ radiyallahu anh de zamanında halkı bu mübarek namaza dâima teşvik etmiş ve, "Allah, Ömer'in kabrini nurlandırsın; nasıl ki Ömer, mescidlerimizi teravihin feyziyle nurlandırıp şereflendirdi ise" diyerek teravih namazının Ramazân-ı şerife ve meâbid-i(mabedler) müslimîne husûsî şeref bahşettiğini bildirmiştir.

Yine Hazret-i Alî'nin ashabından Şübrüme İbn-i Şekil'den Beyhakî'nin rivayetine göre, müşârün ileyh hazretleri Ramazan'da imâm olup nâsa beş tervîha ile yirmi rek'at teravih namazı kıldırmıştır. (Mirkât, 2/174) Yine Hazret-i Alî, ashabından bir zâta da yirmi rek'at teravih kıldırmasını emrettiği "Vekî"den nakledilerek "Muğnî"de bildirilmiştir. (Aynî, 3/598)

Abdullah İbn-i Mes'ûd (r.a.) gibi eâzım-ı Ashâb da bizzat imâm olup teravih kıldırmışlardı. Muhammed İbn-i Nasr-ı Mervezî'nin Zeyd İbn-i Vehb'den rivayetine göre, Zeyd demiştir ki: Abdullah İbn-i Mes'ûd Ramazan'da imâm olup bize teravih kıldırdı. Namazı bitirip de evimize döndüğümüzde henüz şafak atmamış, fakat çok yaklaşmış bulunurdu. A'meş de: İbn-i Mes'ûd yirmi rek'at teravih ve üç rek'at vitir namazı kılardı, demiştir. (Aynî, 5/356)

Hulefây-I Râşidîn Devrinde Kılınan Teravih Namazının Aded-i Rek'atı Hakkındaki Rivayetler:
İbn-i Hacer, Hulefâ-yi Râşidîn devrinde kılınan teravihin yirmi rek'at olduğunda Ashâb'ın icmâı vardır, diyor. Yalnız İmâm-ı Mâlik'in Sâib İbn-i Yezîd'den rivayet ettiği on bir rek'at rivayeti vardır ki, bu da devr-i Fârûkî'de teravihin cemâatle kılınmaya başladığı ilk günlere âid bulunduğundan teravihin yirmi rek'atte kesb-i istikrar ettiği muhakkaktır. Ashâb ve Tâbiîn'den yirmi rek'atten fazla kılanlar da bulunduğunu aşağıda göreceğiz. Nevâfilde ziyâde için bir had olmadığından bu haberlerin mevzûumuzla tezad teşkil etmeyeceğini şimdiden kaydederek yirmi rek'at hakkındaki rivayetleri berveçh-i âtî nakl ve tercüme ediyoruz:

Ömer (r.a.) zamanına âid olmak üzere me'sûr olan rivayetler Tâbiî ricalinden Yezîd İbn-i Rûmân ile Ashâb'dan Sâib İbn-i Yezîd’e (r.a.) müntehi olmaktadır. Turuk-ı rivâyâtı(rivayet yolları) cihetiyle ikinci birinciden daha kuvvetlidir.

1) İmâm-ı Mâlik'in "Muvatta"ında Yezîd İbn-i Rûmân'dan munkatı' bir isnâd ile rivayetine göre, İbn-i Rûmân: "Nâs, Ömer İbn-i Hattâb (r.a.) zamanında Ramazan namazını yirmi üç rek'at kılardı" demiştir. Beyhakî: Bu üç rek'at ziyâde, vitir namazı olacaktır, diyor. Aliyyü’l-Kârî de tamam sırasında fırsat fevt etmeyerek: "Bu üç rek'atin vitir namazı olması, devr-i Sahâbî'den son karargir olduğu üzere vitir namazının bir değil, üç rek'at olduğuna ve vitir namazının salât-ı leylde dâhil olmadığına vâzıhan delâlet eder" diyerek eimme-i Hanefiyyenin vitir namazı hakkındaki ictihâdlarının isabetini kaydediyor.

Gerçi İbn-i Rûmân, Hazret-i Faruk devrine yetişmediği için teravih hakkındaki bu rivayetinde inkıta' vardır. Ve bu haberini İbn-i Rûmân mürselen rivayet etmiştir. İrsâl ise ehl-i hadîs nazarında emâre-i za'ftır. Hattâ İmâm-ı Şâfiî mürselât ile amel etmemiştir. Fakat Ebû Hanîfe, Mâlik, Ahmed İbn-i Hanbel hazarâtı, mürsil sika olmak şartıyla haber-i mürsel ile amel etmekte bir beis görmemişlerdir. Yezîd İbn-i Rûmân ise sikât-ı Tâbiîn'dendir. Abdullah İbn-i Zübeyr'den, Urve’den rivayet eder. Kendisinden de Cerîr İbn-i Hâzim, İbn-i İshâk, eimme-i kurrâdan Nâfi' gibi güzîde zevat rivayet etmişlerdir. İbn-i Sa'd de: "İbn-i Rûmân âlimdir, sikadır, kesîrü'l-hadîstir" diye sıdk u adline şehâdet etmiştir. Binâenaleyh İbn-i Rûmân'ın bu haberi ile pekâlâ ihticâc edilir. Nasıl ki kütüb-i Hanefiyye'de ezcümle Fethü'l-Kadîr'de İbn-i Hümâm, ibtidâ İbn-i Rûmân'ın bu haberini makâm-ı ihticâcda zikretmiştir.

2) Beyhakî'nin, Sünen'inde Sâib İbn-i Yezîd’den(2) rivayetine göre Sâib: "Biz, Ömer İbn-i Hattâb (r.a.) zamanında yirmi rek'at teravih ile vitir namazı kılardık" demiştir. Nevevî, Hulâsa'da bu haberin isnadı sahihtir, demiştir.

3) Abdürrezzak, Musannef'inde Muhammed İbn-i Yûsuf tarikiyle yine Sâib İbn-i Yezîd'den şöyle rivayet etmiştir: Sâib: "Ömer İbn-i Hattâb, Ramazan'da Übey İbn-i Kâ'b ile Temîm Dârî'yi yirmi bir rek'at kıldırmak üzere nâsa imâm ta'yîn etmişti. Bunlar, her rek'atte yüzer âyet mikdarı okuyarak teravih namazı kıldırır ve fecrin tulûuna yakın mescidden dağılırlardı" demiştir. İbn-i Abdi'l-Ber, bu bir rek'at vitir namazıdır, demiştir.

4) İbn-i Abdi'l-Ber de Haris İbn-i Abdirrahmân tarikiyle gelen rivayette Sâib İbn-i Yezîd'in: "Ömer İbn-i Hattâb zamanında (Ramazan namazını) yirmi üç rek'at kılardık" dediğini rivayet etmiştir. Ve bu üç rek'at ziyâde vitir namazına mahmuldür, demiştir.

Bu son iki rivayet ki, yirmi bir ve yirmi üç rek'at rivayetleridir. Irâkî: "Bunlardaki yirmi üzerine zâid olan rek'atlerin tevcihinde İbn-i Abdi'l-Ber isabet etmiştir. Çünkü Yezîd İbn-i Hasîfe tarikiyle Sâib İbn-i Yezîd'den Hazret-i Ömer zamanında yirmi rek'at teravih namazı kılındığı, vitir namazı karıştırılmayarak rivayet edilmiştir" diyor.

Yirmi Rek'atten Az Rivayetler:
1) İmâm-ı Mâlik'in Muvatta'da yine Sâib İbn-i Yezîd'den diğer bir tarîk ile rivayetinde Sâib (r.a.) demiştir ki: Ömer (r.a.) Übey İbn-i Kâ'b ile Temîm Dârî'yi Ramazan'da nâsa on bir rek'at kıldırmak üzere terâvîh imâmı ta'yîn etmişti.(3) İmâm her rek'atte takrîbî olarak yüz âyet okurdu. Hattâ kıyamın uzamasından dolayı biz, asaya dayanırdık. Ve fecrin evâilinde teravihten anca dağılabilirdik.

İbn-i Abdi’l-Ber: Bu on bir rek'at rivayeti vehimdir, sahîh olan rivayet Hazret-i Ömer zamânında teravihin yirmi rek'at kılındığıdır, diyor. Fakat bu on bir rek'at rivayetinin senedi sahîh olduğunu nazarı dikkate alarak Aliyy-i Kârî de diyor ki: Bu on bir rivayeti teravih kılınmağa başlandığı ilk gecelere âid olacaktır. Ennihâye teravih namazı yirmi rek'at olarak kesb-i istikrar ve kat'iyyet eylemiştir.

Beyhakî de: "Bu on bir rek'at rivayeti Hazret-i Âişe'nin: Resûl-i Ekrem'in salât-ı leyli(gece namazı) hakkında: Resûl-i Ekrem ne Ramazan'da, ne de başka gecelerde on bir rek'at üzerine ziyâde etmemiştir, suretindeki rivayetine muvafıktır. Fakat bu on bir rek'at kılınmasını Hazret-i Ömer ilk gecelerde emretmişti. Sonra yirmi rek'at tekarrur etti" demiştir.

2) Gerek hadîs ve gerek fıkıh kitaplarında Muhammed İbn-i İshâk tarikiyle yine Sâib İbn-i Yezîd'e müntehi olan bir rivayette devr-i Fârûkî'de on üç rek'at kılındığını da görüyoruz. Fakat Irâkî: Bunun da cemâatle kılınmağa başlandığı ilk zamanlara âit olduğu, bilâhara yirmi rek'atte teravih rekeâtı tekarrür ettiğini, bildirmektedir.

3) İmâm-ı Mâlik'in, meşâhir-i Tâbiîn'den A'rec tarikiyle rivayetinde müşârün ileyh demiştir ki: Bizim, zamanlarına yetiştiğimiz Ashâb ve Tabiîn devirlerinde imâm sekiz rek'atte sûre-i Bakare'yi okurdu. Eğer imâm sûre-i Bakara ile on iki rek'at kıldırırsa nâs, imâmın kıraati, tahfif ettiğine hükmederdi.

Bu rivayet teravih namazının rek'atini tesbît ve takrir etmiyor. Kesret-i kıraati temsil için sekiz ve on iki rek'at zikrediliyor. Yirmi rek'atten noksan olan rivayetlerin devr-i Fârûkî'de cemâatle teravih kılınmağa başladığı ilk günlere âid olduğunu, muahharen teravih yirmi rek'atte kesb-i istikrar eylediğini gerek ehl-i hadîs ve gerek fukahâ müttehidü'l-lisân olarak bildirmişlerdir.

Osman ve Alî’nin (r.anhüma) zaman-ı hilâfetlerinde de yirmi rek'at kılınmağa devam edildiğini Abdullah İbn-i Mes'ûd gibi eâzım-ı Ashâb'ın yirmi kıldıkları ve böyle kılınmasını emrettiklerini yukarıda görmüştük. Şârih Aynî: Ashâb-ı Kirâm'dan hiç bir muhalif bulunmaksızın Übey İbn-i Kâ'b’dan (r.a.) sabit olan rivayet de bu suretle bulunduğunu bildirmektedir.

Hulefâ-yı Râşidîn devrine âid vücûh-i rivâyâtı da buraya kadar görmüş bulunuyoruz. Hulefâ-yı Râşidîn dâhil olduğu halde Ashâb-ı Kirâm'ın teravih namazına gösterdikleri derin alâkaya bakarak Sâhib-i Muğnî: فهذا كالاجماع = Artık bu çokluk Hulefâ-yı Râşidîn devrinde yirmi rek'at teravih kılındığı hususunda Sahâbe'nin icmâı derecesinde bir kuvvettir" demiştir (Aynî).

İbn-i Hacer de teravihin yirmi rek'at olduğuna Ashâb'ın icmâı ile istidlal edilmelidir, demiştir (Mirkat).

Nevevî de: Ashabımız eimme-i Şâfiiyyenin ittifak ettikleri cihet, teravih namazında cemâatin efdal olduğudur. Fakat bir takım ehl-i ilim, cemâat ve aded-i rekeâtın yirmi olduğunda Ashâb'ın icmâı bulunduğunu kabul etmiştir, diyor.

Beyhakî, teravih namazında Ashabın kâffesi(hepsi) cem' olmamıştır ki, icmâ' bulunsun. Belki ekserisi bulunmuştur, diye icmâ' iddiasına muhalefet etmiştir. Filhakika İbn-i Ömer gibi bazı zevatın tehallüfü rivayet edilmiştir. Bu cihetle ıstılâh-ı fıkhî üzere icmâ' olmasa bile sâhib-i Muğnî'nin dediği gibi icmâ' derecesinde bir ekseriyyet bulunduğu ilmî bir müteârefe hâlinde kabul edilmiştir.

Bir hulâsa:
Teravih bahsinin ibtidâsından beri târihî bir silsile tâkib ederek gerek Asr-ı Saâdet'e, gerek Hulefâ-yı Râşidîn devrine âit olmak üzere mütâlaa ettiğimiz rivayetlerden öğrendiklerimiz ve bunların delâlet ve irşadı ile vâsıl olduğumuz neticeler şunlardır:

1) Resûl-i Ekrem Efendimiz Hazret-i Âişe rivayetine göre vitir namaziyle on bir rek'at Ramazan namazı (teravih) kılmıştır. Vitir namazı için üç rek'at tarh ve tenzil edilince teravih için sekiz rek'at kalır ki, bu adet, Hazret-i Câbir'in Resûl-i Ekrem tarafından Ramazanda kıldırılan teravihin sekiz rek'at olduğu hakkındaki rivayete tamâmiyle muvafıktır. Ve bu iki rivayet sahihtir. Resûl-i Ekrem Efendimiz'in yirmi rek'at kıldıkları da İbn-i Abbâs'tan rivayet edilmiştir. Fakat bu haberi senedinde görülen za'ftan dolayı ehl-i hadîs taz'îf etmiştir. Bununla beraber biz medâr-ı istinâd birtakım müeyyideleri hâiz bulunduğundan bununla da aşağıda ihticâc edeceğiz.

2) Resûl-i Ekrem, Ramazanda üç gece Ashabına cemâatle namaz kıldırmıştır. Fakat farz kılınır düşüncesi ile cemâati bıraktıklarını bildirerek herkesin münferiden evinde kılmasını emretmiştir. Bu i'tizâr ve tavsiye-i Nebeviyye: "Ashabım! Eğer böyle bir düşünce ve endîşe olmasaydı teravih namazını cemâatle kıldırmağa devam ederdim" demek oluyor.

3) Cemâatle teravih namazı kılınması, devr-i Fârûkî'de te'sîs edilmiştir. Çünkü vefât-ı Nebevî üzerine farz kılınmak gibi bir mahzur kalmamıştı. Ashâb-ı Kiram bu te'sîse müctemian, fiilen ve kavlen iştirak ve muvafakat etmişlerdir. Aded-i rekeâtı da yirmi olarak beyne'l-Ashâb takarrur etmiştir.

4) Şu halde Ebû Davud'un tahrîc ettiği: عليكم بسنتى وسنة الخلفاء الراشدين بعدى = Ashabım! Benim sünnetime, benden sonra da Hulefâ-yi Râşidîn'in sünnetine ittiba ediniz, ittiba' etmek vâciptir" fermân-ı Nebevisi bizi, Hulefâ-yi Râşidîn'in sünnetine davet etmektedir.

5) Ramazân-ı Şerifte sekiz rek'at teravih ve üç rek'at vitir namazının cemâatle kılınması rivâyet-i sahîhaya müstenid fiil-i Nebevî ile sabit bir sünnet-i seniyyedir. Esas itibariyle sünnet, ya Resûl-i Ekrem'in devam buyurdukları veyahut devam ederken bir mâniin, bir özrün araya girmesi ile terk ettiği umûrdur. Bu sekiz rek'atin üst tarafı ile beraber yirmi rek'at olması, Hulefâ-yi Râşidîn'in sünnetidir ki, müstehab unvân-ı fıkhîsi ile yâdolunur. Diğer taraftan Resûl-i Ekrem tarafından yirmi rek'at kılındığına dâir de İbn-i Abbâs’tan (r.a.) gelen bir rivayet vardır ki, senedinden dolayı ehl-i hadîs tarafından taz'îf edilmiştir. Fakat birçok fukahâ onunla ihticâc ettiklerinden bu rivayete göre yirmi rek'atin de fiil-i Nebevî'ye müstenid sünnet-i Seniyye olduğu sabit olur. Her iki cihetin de fukahâ için medâr-ı ihticâc ve istinâd olduğu aşağıda sûret-i istidlalleri ile beraber görülecektir.

Tâbiî Devrinde Teravih:
Tâbiî devrinde yirmiden az rek'atle teravih kılındığına dâir hiç bir haber nakledilmemiştir. İbn-i Ebî Müleyke, Hâris-i Hemedânî, Atâ' İbn-i Ebî Rebâh, (4) Ebû Buhtürî, Hasan-ı Basrî'nin kardeşi Saîd-i Basrî, Abdurrahmân İbn-i Muhammed İbn-i Ebî Bekr ve daha bu tabakada birçok ricâl-i Tâbiî, Hulefâ-yi Râşidîn ile Ashâb-ı Kiram gibi, teravihi yirmi rek'at olarak kabul ve iltizâm etmişlerdir.

İbn-i Abdi'l-Ber, İstizkar'ında Esved İbn-i Yezîd'in kırk rek'at teravih ile yedi rek'at vitir namazı kıldığını rivayet etmiştir.

Zürâre İbn-i Evfâ ile Saîd İbn-i Cübeyr'in de otuz sekiz rek'at teravih ile üç rek'at vitir namazı kıldıkları rivayet edilmiştir.

Tirmizî, ehl-i Medine'nin vitir ile beraber kırk bir rek'at kıldıklarını rivayet etmiştir.

Muhammed İbn-i Nasr'ın İbn-i Eymen tarikiyle İmâm-ı Mâlik'ten rivayetine göre, İmâm-ı Mâlik: "Ramazanda müstehab olan teravih namazı otuz sekiz rek'attır. Bu otuz sekiz rek'at imâm ile kılındıktan sonra bir rek'at de yine cemâatle vitir namazı kılınır" demiştir. Muhammed İbn-i Nasr: "Bu suretle teravih ve vitir namazının kılınması (Hârre)(5) vak'asından evvel başlamıştı. Yüz bu kadar sene evvelden, zamanımıza kadar Medine'de ve ehl-i Medîne arasında carî olagelen bir âdettir" demiştir. Fakat İmâm-ı Mâlik'ten rivayet olunan kavl-i meşhura göre teravih otuz altı rek'attir. Üç rek'at vitir namazı ile beraber otuz dokuz olur ve İbn-i Eymen rivayeti ile kavl-i meşhur arasında adetçe müsavat bulunur. Yalnız İbn-i Eymen rivayetinde vitirin iki rek'atı, teravih rek'ati ile cem' edilmiştir. Elyevm ehl-i Medine'nin ameli otuz altı rek'at teravih ve üç rek'at vitir namazı olmak üzere carîdir.

Teravih Hakkında Eimme-i Müctehidînin ve Fukahânın Akvâl ve İçtihadı:
İbn-i Abdi'l-Ber diyor ki: Cumhûr-i ulemânın mezhebi teravih namazının yirmi rek'at olduğu merkezindedir. Eimme-i Hanefiyye ve Şâfiiyye'nin, Hanbelîlerle ekser-i fukahânın mezhebleri budur. İbn-i Abdi'l-Berr'in fukahâyı ekseriyyetle takyîd etmesi, Mâlikîler indinde teravihin otuz altı rek'at olmasına mebnî olsa gerek.

Teravih hakkında eimme-i metbûînden hiç birisi teravih namazı için yirmiden noksan bir aded ihtiyar etmemiştir. Ve en kuvvetli sözü akdemü'l-eimme Ebû Hanîfe Hazretleri söylemiştir. Âsâr-ı hadîsiyye ve fıkhiyyeden her hangi birisi mütâlaa olunursa teravih bahsinde muhakkak İmâm Ebû Hanîfe'nin bu kuvvet ve kat'iyyet ifâde eden sözlerine tesadüf edilir.

"İhtiyar"dan nakledilerek kaydolunduğuna göre İmâm-ı Ebû Yûsuf, üstadı Ebû Hanîfe Hazretlerine teravih namazının hükmünü ve Hazret-i Ömer tarafından ne gibi bir delîle istinâd edilerek bu namazın yirmi rek'at olmak ve cemâatle edâ edilmek suretiyle ortaya konulduğunu sormuştu. Hazret-i üstâd cevaben demiştir ki:
Teravih namazı hiç şüphesiz bir sünnet-i müekkededir. Hazret-i Ömer bu namazın an-cemâatin ve yirmi rek'at kılınmasını, ne ictihâd-ı zatîsi ile tilkâ-i nefsinden çıkarmıştır, ne de Asr-ı Saâdet'te carî olmayan bir emr-i dînîyi ortaya koymuş bir mübtedi'dir. Elbette Ömer bunu, kendisince ma'lûm olan bir asl-ı şer'îye ve bir vasıyyet-i Nebevî'ye istinâd ederek emretmiştir.
Hazret-i Faruk'un, hakkı bâtıldan, Sünnet'i bid'atten tefrik hususundaki müstesna kudretini ve emr-i dindeki derece-i ihtimamını, mükerreren vahye tevâfuk eden, isâbet-i nazar ve içtihadını pek iyi takdîr eden Ebû Hanîfe Hazretleri, her halde Hazret-i Ömer'in bu terâvih işini de gerek cemâat, gerek yirmi rek'at kılınmak hususlarında bir asl-ı şer'îye ve Cenâb-ı Peygamber'den telâkki ettiği bir ahd ve vasıyyete istinâd ettirmiş olduğunu kabul ederek yirmi rek'atinin de fiil-i Peygamberîye müstenid sünnet-i müekkede olmasını mantıkan zarurî bulmuştu. Bu cihetledir ki, gerek Hanefi ve gerek Şâfiî fukahâsından bir kısmı, teravih namazının yirmi rek'atinin de fiil-i Nebevî ile sabit Sünnet-i Seniyye olduğunu kabul ederek İbn-i Ebî Şeybe'nin ve emsali ehl-i hadîsin rivayet ettikleri İbn-i Abbâs hadîsi ile istidlal etmişlerdir. Şu kadar ki, ehl-i hadîs tarafından bu İbn-i Abbâs hadîsi iki suretle taz'îf edilmiştir:
1) Senedinde İbn-i Ebî Şeybe'nin ceddi İbrahim İbn-i Osman'ın bulunması,
2) Rivâyât-ı sahîha'ya zâhiren mugayir olması. Bu rivayete istinâd edebilmek için bu iki ukdenin çözülmesi îcâb eder.

İbn-i Abbâs hadîsinin bu suretle taz'îf edildiğinden korkan Zeylaî, İbn-i Hümâm, Süyûtî, Zürkânî gibi birtakım nâmdâr ulemâ, bu hadîse istinâd etmeyerek teravihin sekiz rek'atinin yukarıda geçen Âişe ve Câbir (r.a.) hadîsleriyle sabit ve fi'l-i Peygamberî'ye müstenid sünnet-i Nebeviyye olduğu, on iki rek'atin de sünnet-i Sahâbî bulunduğu zemininde bir istidlal tarîki tâkib etmişlerdir. Biz burada her iki tarîk-ı istidlali takrîr edeceğiz. Ve evvelâ yirmi rek'at hakkındaki İbn-i Abbâs hadîsinin senedindeki za'ftan, Hazret-i Âişe ve Câbir hadîslerine mugâyeretinden gelen şüpheleri izâleye çalışacağız. Sonra da öbür tarîk-ı istidlali teşrîh edeceğiz. Birinci cihet hakkındaki tedkîkâtımız, berveçh-i atîdir:

1) "Keşfü’l-Gumme"de gördüğümüz İbn-i Abbâs hadîsinin metni daha ziyâde tafsilâtı muhtevî bulunduğundan her şeye takdîmen bunu mütâlaa edeceğiz. Bu metne göre İbn-i Abbâs (r.a.) demiştir ki: Resûlullâh (s.a.s.) münferiden yirmi rek'at teravih ve ayrıca vitir namazı kılardı. Teravihin de her dört rek'ati arasında bir müddet dinlenirdi. Sonra kalkar, mukadder olan namazına devam ederdi. Teravih namazındaki tervîhanın esâsı, bu Sünnet-i Seniyye'ye müsteniddir.

Ma'lûmdur ki, İmâm Şa'rânî'nin bu çok mühim ve meşhur eseri, kendisinin de bildirdiği üzere müçtehidîn-i izamın istinâd ettikleri hadîsleri muhtevidir. Binâenaleyh İbn-i Abbâs hadîsi bir kısım Hanefî ve Şâfiî eimmesinin medâr-ı istinadı olduğu şüphesizdir. Nasıl ki, İbn-i Hacer de: "Eimmemizden(imamlarımızdan) bâzıları İbn-i Abbâs hadîsi ile istidlal tarîkini iltizâm etmişlerdir. Fakat bu hadîsin derkâr olan za'fından dolayı teravihin yirmi rek'at olduğuna icmâ-ı Sâhâbe ile istidlal edilmelidir" demiştir. Hidâye şerhi Inâye ile Kifâye'de de İbn-i Abbâs rivayetine istinâd edilmiştir.

2) İbn-i Abbâs hadîsine za'f isnadı, bu hadîsin senedindeki İbn-i Ebî Şeybe'nin büyük babası İbrahim İbn-i Osmân-i Absî'den dolayıdır. Bu zâtın rivayet hususunda mevkiini bilmeliyiz. Ebû Şeybe Kûfe'lidir, Vâsıt'ta kadılık etmiştir. Dayısı Hakem İbn-i Uteybe'den, Ebû İshak'tan ve daha bu tabakadaki ricâl-i ahâdîsten rivayeti vardır. Dayısı ve kendi şeyhi Hakem İbn-i Uteybe ki, İbrâhîm-i Nehâî'nin ashabından ve en mevsuk fukahâdandır. Ebû Cühayfe'den, Abdullah İbn-i Şeddâd'dan, Ebû Vâil’den, İbn-i Ebî Leylâ'dan rivayet eden sâhib-i sünnet ve ittikâ'(ehl-i takva) bir zâttır. Kendisinden Mansûr, A'meş, Ebû Avâne, Şu'be gibi eimme-i hadîs rivayet etmiştir.(Hulasa) İnsan böyle bir şeyhin, şu saydığımız tilmizleri arasında riâyetinden korkulacak derecede zuafâdan bir zâtın bulunmasına hiç ihtimâl vermiyor.

Sonra Ebû Şeybe'nin kendi râvîsi de Kâtibi Yezîd İbn-i Harun'dur. Bu da, kendi şeyhini kazada adl ile tavsif eylemiştir. Ebû Şeybe'yi taz'îf edenler, Yahya İbn-i Maîn'in, Buhârî'nin, Ebû Davud'un tenkîdâtını, Nesâî'nin metrûkü'l-hadîs dediğini bildiriyorlar da en yakın râvîsinin hüsn-ü şehâdetinden bahsetmiyorlar. Kâtibi ve râvîsi Yezîd İbn-i Hârûn ki, Zehebî, Tezkiretü'l-Huffâz'da Yezîd'in senedleriyle birlikte yirmi dört bin hadîsi ezberden tahdis eylediği ve kırk bu kadar sene akşam namazının abdesti ile sabah namazı kıldığı yollu hüsn-i hıfzına, itkânına, kemâl-i takvasına dâir Ahmed İbn-i Hanbel gibi eimmeden birçok menkabeler nakletmektedir. Bu derece sadûk(doğru) ve müttekî olan ve şeyhinin her hâlini herkesten iyi bilmesi îcâb eden bir zâtın kendi şeyhinin sıdk u adli hakkındaki hüsnü şahadeti kabul edilmek îcâb eder.

Eimme-i intikâddan Ebû Ahmed İbn-i Adî de: "Ebâ Şeybe, hakîkaten taz’îf edilmiştir. Fakat Ebû Şeybe, İbrahim İbn-i Hayye gibi zuafâ zümresinden sayılmamalıdır. Bundan çok daha hayırlıdır. Ebû Şeybe'nin rivayetleri içinde birçok sâlih hadîsler vardır" demiştir. (Tehzîb) İbn-i Abbâs hadîsinin mûcebi üzere Hulefâ-yı Râşidîn devrinden beri bilâ-inkıtâ' amel-i ümmet carî olduğuna göre, bu teravih hadîsi de bu sâlih hadîslerden birisidir, denilemez mi? Bu gayri ilmî bir hüküm müdür? İşte bu nokta-i nazardan dolayıdır ki, birçok fukahâ bu hadîs ile ihticâc etmişlerdir.

3) İbn-i Abbâs Hadîsi, ehl-i hadîs tarafından te'mîn-i sıhhat için iltizâm edilen usûl-i rivayete uymayarak velev ki senedindeki râvîlerden birisinin ufak bir hâlinden dolayı taz'îf edilebilir. Bu, ehl-i hadîs için bir hak ve bir vazifedir. Fakat ehl-i hadîs tarafından her zaîf addedilen hadîs hemen terkedilmemiştir. Belki bunlardan ümmetin mazhar-ı kabulü olmak gibi medâr-ı tashîh bir müeyyedeyi hâiz olanları ehl-i ilim tarafından tashîh edilmiştir. Süyûtî, Tedrîbü'r-Râvî'de bu mühimme-i ilmiyyenin birçok ehl-i ilim tarafından bir kaide hâlinde kabul edildiğini bildiriyor.
İbn-i Abdi'l-Ber de "İstizkâr"da deniz suyunun tahareti hakkında Sünen-i erbaa sahiplerinin Ebû Hüreyre’den (r.a.) rivayet ettikleriهو الطهور ماؤه، الحل ميتته  = Deniz suyu tâhirdir, meytesi de helâldir" hadîsini aynı sebeple Buhârî'nin tashîh ettiğini Tirmizî'den naklederek bildirmiştir.

Bu hadîs-i bahrin senedindeki "Saîd İbn-i Seleme" hakkında hâsıl olan şüphe ve cehâletten dolayı ehl-i hadîs bunu taz'îf ve ta'lîl etmiş iken İmâm-ı Buhârî, ehl-i ilmin bu hadîs ile amel ettiklerini görerek senedindeki za'fa rağmen tashîh etmiştir. (Fethü'l-Kadîr, 1/48) Tirmizî Sünen'inde Muhammed İbn-i İsmail Buhârî'den hadîs-i bahri sordum. "Hadîs-i sahihtir" diye cevâb verdi, diyor.

Yine İbn-i Abdi'l-Ber, Temhîd'inde(6) Hazret-i Câbir'in bir dînârın yirmi dört kırata müsavatı hakkındaki hadîsi de böyledir.

Bu da nâsın icmâına bakılarak Abdullah İbn-i Mübarek tarafından kabul ve nakledilmiş ve üstâd Ebû İshâk'ın da mazhar-ı tahsîni olmuştur, diyor.

İşte bunlar gibi birçok âsâr ve ahâdîsin, ümmetin kabulüne mazhar olduğuna bakılarak ehl-i ilim tarafından tashîh edildiğine göre mevzuu bahsimiz olan İbn-i Abbâs'tan rivayet edilen teravih hadîsinin de sıhhatine hükmedebiliriz. Buhârî ve Abdullah İbn-i Mübarek gibi eimme-i hadîs, ulemâ ve sâlihînin telâkkîleriyle hadîs tashîh edince, Hulefâ-yi Râşidîn'in, Sâhâbe ve Tâbiî'nin ve bunca eimme-i dînin icmâına bakarak ve ahîren bu mühimme-i ilmiyyeyi, Süyûtî gibi rivayet ve dirayeti nefsinde cem' eden eimme-i kiramın bir muâdele-i ilmiyye hâlinde eserlerinde tesbît eylediklerini görerek: "İbn-i Abbâs'tan mervî teravih hadisi sahihtir" demekte tereddüd etmeyiz. Hiç şübhesiz ki, teravih hadîsinin tashihi, hadîs-i bahr'in tashihinden daha haklı ve hadîs-i Dînâr'ın tahsîninden çok daha ehemmiyetlidir.(7)

4) 592 rakamıyla tercümesi gelecek olan Hazret-i Âişe hadîsi ile İbn-i Abbâs hadîsi arasında tearuz vardır, sahîh ve râcih olan alınır, zayıf ve mercûh olan bırakılır, denilmek de muvafık değildir. Evvelâ bu iki rivayet arasında tearuz yoktur. Çünkü Hazret-i Âişe'nin haberi, teheccüd namazına, İbn-i Abbâs rivayeti ise teravih namazına müteveccihtir. Bunu, Hazret-i Âişe hadîsinin sûret-i sevkinden öğreniyoruz. Şöyle ki: Hazret-i Âişe'nin râvîsi Ebû Seleme İbn-i Abdurrahmân, Ramazân-ı şerifin hususiyetini nazar-ı dikkate alarak ve Ramazan'da Resûl-i Ekrem'in teheccüd namazının aded-i rekeâtını arttıracağını düşünerek Hazret-i Âişe'den Ramazan'da Resûl-i Ekrem'in kıldığı teheccüd namazının kemmiyet ve keyfiyetini sormuş, o da: "Resûl-i Ekrem, ne Ramazan'da, ne de başka gecelerde on bir rek'at üzerine ziyâde etmemiştir" diye cevâp vermiştir. Hazret-i Âişe hadîsinin bu sûret-i sevki ve Sıddîka-i müşârün-ileyhâ tarafından: "Bu namazın güzelliğinden ve uzunluğundan ne sizin sormanıza, ne de benim tasvir ve beyânıma lüzum vardır" denilmesi de delâlet ettiğini bu hadîsin şarihleri bildirmektedir.

İbn-i Abbâs hadîsi ise münhasıran Ramazan'da Resûl-i Ekrem'in kıldığı teravih namazına âittir. Şüphesiz ki, teheccüd namâzı ile teravih namazı arasında zaman-ı edaları cihetiyle fark vardır. Teravih namazı gecenin önünde, sülüs-i evvelinde(ilk üçtebir) kılınır, teheccüd namazı ise sülüs-i ahirinde(son üçtebir). Yukarıda Ebû Zer hadîsinde görmüştük ki, Resûl-i Ekrem Efendimiz'in cemâatle kıldıkları ilk teravih namazını gecenin birinci sülüsünde kıldırmıştı. İkinci gece, gece yarısına, üçüncü gece de fecre yakın zamana kadar uzatmışlardı. Her üç gecede de mebde-i salât gecenin evveli idi. Bu sebeble fukahâdan bâzıları teravihi gecenin sülüs-i ahirine kadar te'hîr etmekte kerahet görmüşlerdir. Bu nokta-i nazardan, bazı ehl-i ilim, Hazret-i Âişe hadîsinin teheccüd namazına, İbn-i Abbâs hadîsinin de Ramazan namazına âit olduğu kanâati ile her iki haber arasında tearuz bulunmadığını kabul etmişlerdir.

5) Muvatta’ şerhinde Bâcî(8) ve daha bazı ehl-i fıkıh ve hadîs, Hazret-i Âişe hadîsinin de teravih namazına âit olduğunu kabul ederek Hazret-i Âişe, Resûl-i Ekrem'in birçok gecelerde kıldıkları teravih namazını, İbn-i Abbâs ise bazı gecelerde kıldıkları teravih namazını bildirmiştir, diyerek her iki haberi te'lîf etmişlerdir.

Atîdeki ahbâr ve âsârın irşâd ve delâletleri ile Resûl-i Ekrem'in yirmi rek'at kıldığı bu bazı gecelerin, Ramazân'ın aşr-i ahîri, yâni son on gecesi dâhilinde olduğu neticesine varabiliriz. Bu en mevsuk haberlerin tercümeleri hurûf-u hecâ sırasiyle bervechi atîdir:

A) Aşağıda 958 numara ile tercümesi gelecek olan hadîste görüleceği üzere Hazret-i Âişe Ramazân-ı Şerîf'in aşr-i ahîrinde Resûl-i Ekrem'in ahvâl-i seniyyelerinin tamâmiyle değiştiğini bildirerek diyor ki: Ramazân'ın aşr-i ahîri girince Nebî (s.a.s.) aile hayâtından tecerrüd ederek kendisini tamâmiyle ibâdete verir, geceleri baştanbaşa ihya ederdi. Aile efradını da (namaz ve ibâdet için) uyandırırdı.

B) Tirmizî ise, sıhhatine ve hüsnüne işaret ederek bu hadîsi, Hazret-i Âişe'den şöyle rivayet ediyor: "Resâlullâh (s.a.s.) ramazân'ın aşr-i ahîrinde namaz ve ibâdet hususunda sâir gecelerdeki mesaîlerinden fazla meşgul olurdu."

C) Tirmizî'nin Alî İbn-i Ebî Tâlib (r.a.)'den rivayetinde Hazret-i Alî demiştir ki: Resûlullâh (s.a.s.) Ramazân'ın aşr-i ahîrinde bütün aile halkını gece (ibâdet için) uyandırırdı.

D) Muhammed İbn-i Nasr-ı Mervezi'nin Zeyneb bint-i Seleme’den (r.anhâ) rivayetinde, Zeyneb: "Ramazan'dan on gün kalınca Nebî (s.a.s.), aile halkından, namaz kılmağa muktedir olabilenlerin hepsini namaza kaldırırdı. Hiç birisini bırakmazdı" demiştir.

E) Tercümeleri 664, 959. numaralarla gelecek olan Âişe ve Ebû Hüreyre (r.a.) hadîslerinde de Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem, Ramazân'ın aşr-i ahîrinde hayatî gailelerden kâmilen tecerrüd buyurdukları görülecektir.

F) Yukarıda Buhârî'nin Zeyd İbn-i Sabit (r.a.)'den Tahâvî ile Sünen-i Erbaa sahiplerinin Ebû Zerr-i Gıfârî (r.a.)'den rivayetlerinde, Resûl-i Ekrem'in Ashabına kıldırdıkları teravihlerin Ramazân'ın aşr-i ahîrine müsadif olduğunu da görmüştük.

Bu rivayetlerin hey'et-i umûmiyesi, İbn-i Abbâs'tan rivayet edilen ve Hazret-i Âişe hadîsi ile te'lîf edilerek bazı gecelerde kıldığı bi'l-ictihâd tahmin edilen bu yirmi Rek'at teravihlerin Ramazân'ın aşr-i ahîrine müsadif gecelerde kılınmış olduğunu hatırlatıyor. Nasıl ki, İbn-i Âbidîn de: Hazret-i Âişe, ekser ahvâldeki salât-ı Nebî'yi haber vermiştir. İbn-i Abbâs rivayeti ise, Hazret-i Resûl'ün iki gece kıldırdığı teravih namazına âiddir, diyor.

6) İbn-i Abbâs hadîsinin müeddâsı (teravih namazının 20 rekat olduğu), Hulefâ-yi Râşidîn'in sünneti, Ashâb-ı Kirâm'ın icmâı ve başta akdemü'l-eimme Ebû Hanîfe Hazretleri olduğu halde bütün eimme-i müctehidîn hazarâtının ârâ(görüşleri) ve ictihâdlarıyla müeyyed olduğundan, sıhhatinden bir ân için sarf-ı nazar edilse bile ihticâc edilecek mes'ele, ferâiz ve vâcibâttan olmayıp fezâil ve nevâfil cümlesinden bulunduğu için bu derece-i za'fı ile beraber yine İbn-i Abbâs hadîsi ile pekâlâ istidlal edilebilir. Çünkü ehl-i ilim, hadîs-i sahîha muarız olmadıkça fezâilde hadîs-i zaîf ile amel etmişlerdir. İbn-i Abbâs hadîsi ile rivâyât-ı sahîha arasında tearuz olmadığını biraz evvel mütâlâa etmiştik.

Buraya kadar teravihin devr-i içtihada âit olan vaz'iyyet-i şer'iyyesini îzâh için aded-i rekeâtı hakkında İbn-i Abbâs hadîsine tevcih edilen şüpheleri izâle ve bununla istidlal tarîkini irâe etmiş bulunuyoruz. Şimdi ikinci tarîk-ı istidlali göreceğiz.

İbn-i Hümâm ve Emsali Eimme-i Fıkhın Sûret-i İstidlalleri:
Hanefî ve Şâfiî fukahâsının en güzîde simalarından bir kısmı teravih namazının yirmi rek'atini şu suretle isbât ediyorlar: Ramazân'da üç rek'at vitir namazı ile beraber sekiz rek'at teravih namazının cemâatle kılınması, Hazret-i Âişe ve Câbir hadîslerinin bildirdiği üzere fi'l-i Peygamberî'ye müstenid Sünnet-i Nebeviyye'dir. Esâs itibariyle Sünnet, Resûl-i Ekrem'in devam buyurdukları veyahut işlemeye devam ederken bir mâniin araya girmesi ile terkeyledikleri umûrdur. Bu sekiz rek'atin üst tarafı yukarıda îzâh olunduğu üzere Ashâb'dan Sâib İbn-i Yezîd (r.a.) ile Tâbiî ricalinden Yezîd İbn-i Rûmân'dan rivayet edilen âsâr ile sabit olduğu üzere Hulefâ-yi Râşidîn'in sünnetidir. Ve عليكم بسنتى وسنة الخلفاء الراشدين من بعدى = Benim sünnetime, benden sonra da Hulefâ-yi Râşidîn'in sünnetine ittiba etmeniz vâciptir" hadîs-i sahîhi mucibince Hulefâ-yi Râşidîn'in âdet-i aliyyelerine ittiba' etmek bir vecîbe-i şer'iyyedir ki, müstehab unvân-ı fıkhîsi ile yâd olunur. Binâenaleyh teravih namazının sekizi sünnet-i râtibedir, on iki rek'ati müstehabdır.

Bunun hâricde bir misâl ve nazîri yatsı namâzının farzından sonraki dört rek'at nafiledir ki, bunun iki rek'ati Resûl-i Ekrem'in ale'd-devâm kıldıkları ve ümmetine de kılmalarını emir ve vasiyyet buyurdukları sünnet-i râtibedir. Dört rek'at kılınması müstehabdır. Şöyle ki: Hazret-i Âişe’den (r.anhâ) rivayet edilen ve ehl-i hadîs ile fukahâ arasında "Musâbere hadîsi"(9) unvâniyle yâd olunan bir hadîs-i şerîfte Resûl-i Ekrem Efendimiz ümmetine yatsı namazının farzından sonra iki rek'at nafile namaz kılan kimseye Cennet'te bir köşk ihsan buyurulacağını bildirmiştir. Musâbere, müdâvemet demektir. Musâbere hadîsini Buhârî'den başka birçok ehl-i hadîs Ümmü'l-Mü'minîn Ümmü Habîbe radiyallâhu anhâ'dan da rivayet etmişlerdir. Bunlardan başka 509 numara ile tercümesi geçen İbn-i Ömer (r.a.) hadîsinde de yatsı namazından sonraki nafile, iki rek'at olarak bildirilmiştir. Gerek bu vücûh-i rivâyâttan ve gerek metn-i hadîsteki "Musâbere" unvânından Resûl-i Ekrem Efendimiz'in yatsının farzından sonra iki rek'at nafile kılmaya devam buyurdukları istifâde edilmiş ve bu iki rek'at nafile sünnet-i râtibe olarak taayyün etmiştir.

Yine Âişe radiyallahu anhâ'dan gelen diğer bir rivayet tarîkında ise yatsının farzından sonra Resûl-i Ekrem'in dört rek'at nafile kıldıkları bildirilmiştir: Hazret-i Alî'nin kibar ashabından Şüreyh İbn-i Hânî demiştir ki: Âişe radıyallâhu anhâ'ya Resûlullâh’ın (s.a.s.) nafile namazını sordum da Hazret-i Âişe: "Yatsının farzından sonra Hazret-i Resul, kat'iyyen mescidde namaz kılmamıştır. Resûl-i Ekrem, benim odama gelirdi. İçeri girdiğinde odamda dört, yahut altı rek'at nafile kılardı" diye cevâb verdi (Bahr-i Râik).

Fakat yukarıdaki vücûh-i rivâyât daha kuvvetli ve böyle dört rek'at kılmaya devam buyurulduğuna muarız bulunduğundan Hazret-i Âişe'den, Şüreyh İbn-i Hânî tarikiyle gelen bu rivâyet-i ahire ancak istihbâb ifâde edebilmiştir. Müşebbeh-i bihi bu veçhile îzâh ettikten sonra İbn-i Hümâm ve emsali diyorlar ki:

Bunun gibi teravih namâzının sekiz rek'atı rivâyât-ı sahîhaya istinâd ettiği için sünnet-i râtibedir, yirmi rek'at kılındığına dâir İbn-i Abbâs'tan menkûl olan rivayetin za'fına mebnî Hulefâ-yi Râşidîn'in sünneti olarak kabul edilip müstehab denilmiştir. Bu sebeble Ebû'l-Hasen Muhammed Kudûrî, Muhtasar-ı Mu'teber'inde: "Teravih namazı müstehabdır" demiştir. Yine îzâh ettiğimiz aynı sebepten dolayı "Hidâye" sâhibi de "Teravih namazı sünnettir" demiş. Fakat ne Kudûrî sâhibi yirmi rek'atın hepsini müstehab addetmiştir; ne de sâhib-i Hidâye yirmi rek'atın hepsi sünnettir demek istemiştir. Mezheb-i Hanefî'nin bu iki imâmı Hanefî fıkhının medâreyni olan metinlerinde tağlîb tarikiyle müstehab veya sünnet unvanını vermişlerdir. Şu kadar ki, Hidâye sahibinin sünnet ta'bîrinde tağlîb daha zâhirdir. Ve sâhib-i mezheb Ebû Hanîfe Hazretlerinin yukarıda îzâh olunduğu üzere sünnet-i müekkede ta'bîrine daha uygundur. Bir de böyle tağlîblerde inde'l-ıtlâk(mutlak ifade edildiği zaman) kuvvetli taraf iltizâm edilip zikredilir. Fi'l-i Nebevî'nin, fi'l-i Sahâbî'den efdal ve akvâ(kuvvetli) olduğu aşikâr bulunduğuna göre, tağlîben sünnet denilmesi münâsibdir.

Üçüncü bir medâr-ı tercîh olan cihet de Hidâye sahibinin sünnet ta'bîri, cemâati teravihe teşvik ve tergîbi mütezammın olmasıdır.

İbn-i Hacer de bu tarîk-ı istidlali beğenmiştir. Sebep olarak da diğerleri gibi İbn-i Abbâs hadîsinin za'fını ve buna mukabil icmâ-ı Sâhâbe delilinin daha kuvvetli olduğunu gösteriyor.

Teravih namazının yirmi rek'at olduğu hakkındaki ikinci tarîk-ı istidlale de burada nihâyet veriyoruz. Bir gayeye turuk-u müteaddide ile varılabilir. Turuk-u istidlalin taaddüdü, ilmî gayenin kuvvetini arttırır. Her iki tarîk-ı istidlali tâkib eden eimme-i kiram, birer sirâc-ı ümmet ve meş'al-i hidâyettir. Her mes'elede olduğu gibi teravih hususunda da bize rehberlik edip bu mübarek namazın Asr-ı Saâdet'teki, Hulefâ-yi Râşidîn devrindeki, sonra da karn-ı selefteki devam edip gelen vaz'iyyet-i ilmiyyeleri gün gibi aşikâr göstermişlerdir نَوَّرَ اللهُ مَرَاقِدَهُمْ

Mezâhib-i Erbea Eimmesinin Hulâsa-i Müctehedâtı:
Şemsü'l-Eimme Ebû Hanîfe Hazretlerinin teravih hakkındaki nokta-i nazarlarını yukarıda İmâm Ebû Yûsuf'un bir suâline verdiği cevâbından öğrenmiştik. Bu nokta-i nazarını diğer bir tilmizi Hasen İbn-i Ziyâd da rivayet edip: "Teravih, terki câiz olmayan bir sünnettir" demiştir. Sadr-ı Şehîd, bu kavl, kavl-i sahihtir, demiştir. "Attâbî", Cevâmiü'l-Fıkh'ında(10) teravih namazı bizatihi sünnet-i müekkededir. Cemâatle edası ise vâciptir, demiştir. Her halde bu büyük Hanefî fakîhi İmâm-ı A'zam'ın: "Teravih namazı terki câiz olmayan bir sünnet-i müekkededir" suretindeki müekked hükmün kuvvetini vücûb ile ifâde etmiş bulunuyor. Nâtıfî'de(11) Ravzatü'l-Hanefiyye'de cemâatin fazîlet olduğunu, Zahîre'de de ekser meşâyih-i Hanefiyye'den kifâyeten sünnet-i müekkede içtihadı rivayet edilmiştir.

Teravihin gerek cemâat ve gerek aded-i rekeât gibi ahkâm-ı esâsiyesinde İmâm-ı Şâfiî ve İmâm-ı Ahmed İbn-i Hanbel de Ebû Hanîfe'nin içtihadına iştirak etmişlerdir. Kâdî Iyâz: Cümhûr-u ulemâdan menkûl olan da budur, demiştir. Eimme-i metbûînden(kendilerine tabi olunan imamlar) hiçbirisinin yirmi rek'atten noksan teravih ihtiyar ettiği bildirilmiyor.(12)2 Yirmi rek'atten fazlası ise esasen nevâfilde ziyâde için bir hadd-i muayyen olmadığından mücâzdır. Ziyâde hakkında İmâm-ı Mâlik Hazretlerinin mezhebini görüyoruz. İmâmü'l-Medîne bu babda ehl-i Medine'nin ameline istinâd etmiştir. Maamâfih bu on altı rek'at teravih değildir. Mutlak bir nafile namazdır.

Yukarıda Muhammed İbn-i Nasr'ın Hârre vak'asından evvel Medine'de, Medine halkının otuz altı rek'at teravih kıldıklarını rivayet ettiğine ve bu dilsûz vak'anın altmış üç Hicret senesinde vuku' bulduğuna göre, İmâm-ı Mâlik'ten bir asır evvel Medine'de bu suretle teravih kılınmaya başlandığı anlaşılır. Fıkıh ve siyer kitablarında tezyîd-i rek'atın sebep ve saiki şöyle bildiriliyor:

Mekkeliler Harem-i Şerifte teravih kılarken teravihin her tervîhasında bir kere tavaf etmek ve müteakiben iki rek'at tavaf namazı kılmak i'tiyâdında idiler. Mekkelilerin bu fazîletkârâne hareketlerine gıbta eden Medîne-i Münevvere ahâlîsi de Mekkelilerin tavaflarına ve tavaf namazlarına muâdil olmak üzere her tervîhada dört rek'at nafile kılmayı kabul etmişler. Şu kadar ki Mekkeliler, beşinci tervîhada yâni teravih namazının hitâmı ile vitir namazı arasındaki son tervîhada tavaf etmediklerinden Medîneliler de bu son tervîhadan sonra nafile kılmamışlardır. Dört tervîhada dörder rek'at olarak kılınan on altı rek'at nafile, asıl teravihe zammedilince otuz altı rek'ate bâliğ olur. Üç rek'at vitir namazı ile otuz dokuz rek'at eder. İşte ötedenberi devam edegelen bu amel-i ehl-i Medine'yi(Medine ahalisinin uygulaması) İmâm-ı Dârü'l-Hicre Hazretleri delîl olarak kabul ettiğinden Mâliki mezhebinde teravihin aded-i rekeâtı on altı rek'at nafile ile beraber bu derece yükselmiş bulunuyor. Bu babda eimme-i selâsenin yirmi rek'at hakkındaki ictihâdlarını müdâfaa eden şârih Aynî; Ashâb-ı Kirâm'ın müstemirren devâm edip gelen ameli, ittiba için, ehl-i Medine'nin amelinden daha evlâdır, diyor. Tervîhalarda zikrullâh ile, salât ve selâm ile, her nevi' ibâdât ve tâat ile iştigâl edildiği için sâir mezheb imamlarına göre de tervîhalarda nafile namaz kılınabilir. Şu fark ile ki, Mâlikîlerin kıldığı gibi cemâatle değil, münferiden kılınır. Mezheb-i Hanefî'de; cemâat, yalnız teravihin husûsiyetlerindendir.

HÂTİME: Teravih namazının gerek mâhiyyet-i esâsiyesi, gerek cemâatle edası ve aded-i rekeâtı hakkındaki izahımıza burada nihâyet veriyoruz. Bu neş'eli ibâdetimizin sâir ahkâmını Kitâb-ı Savm'ın bir lahikası olarak gelecek olan husûsî bahsinde îzâh edeceğiz. Buradaki izahımızın bu kadar uzamasının sebebi, bu bahsin başlangıcında da arz olunduğu üzere Hazret-i Âişe'nin, Resûl-i Ekrem'in teheccüd namazı hakkındaki sekiz rek'at rivayetini teravih zanneden bazı kimselerin: "Hazret-i Peygamber sekiz rekatten fazla teravih kılmamıştır. Bundan fazlası matlûb-u Şâri' değildir" diye ortaya bir şüphe koyduklarını teessüfle duyduk. Mübarek Ramazân'ın şerefli gecelerinde şevk ve heyecan ile edâ ettiğimiz bir ibâdetimizin rek'atleri hakkında kulûb-ı sâfiye-i müslimînde şüphe uyandırmak ne kadar büyük bir günâh ise, bunun ilmen izâlesi de o nisbette büyük bir vazife idi. Bu bâbda muharrir-i âcizi irşâd eden ve bir hayli me'haz-i ilmiyyeyi(ilmî kaynaklar) zengin kütüphânelerinden göndermek lütfunda bulunan Bay A. Hamdi Akseki arkadaşımıza samimî teşekkürler sunarım.
Şimdi teravih hakkında saydığımız bunca âsâr ve ahâdîs ile, fikhî tedkîkat ile Ümmet-i İslâmiyye'nin sadr-ı İslâmdan beri îfâ edegeldiği bir ibâdet hakkındaki bütün şüpheleri izâle etmiş bulunuyoruz. Tevfîk ise, Cenâb-ı Hak'tandır.

Dipnotlar
1) Kârî, yânın teşdidiyle "Kare" kabilesine mensûb demektir. Bu zât, Hazret-i Ömer'in beytülmâl emîni idi. Bâzıları Abdurrahmân'ın sohbet-i Nebevî'ye nail ve binâaenaleyh Sahâbe'den olduğunu rivayet etmişlerdir. Kendisinden Sâib İbn-i Yezîd'in rivayeti vardır. Sâhib-i tercüme de Ömer ve Ebû Talha'dan rivayet etmiştir. Merviyyâtı yetmiş sekiz hadisten ibarettir. İbn-i Maîn sikadır, der. İbn-i Sa'd, Abdurrahmân'ın seksen Hicrî yılında seksen yaşında Medine'de vefât ettiğini bildirmiştir (Hulâsa ve Aynî).
2) Sâib İbn-i Yezîd radiyallâhu anhümâ Sahâbî oğlu Sahâbî'dir. Sâib, pederi Yezîd ile beraber Haccetü'l-Vedâ'da bulunmuştur. O zaman Sâib yedi yaşında idi. Hicret'in seksen altı veyahut doksan bir târihinde Medîne-i Münevvere'de vefat etmiştir. Sehl İbn-i Sa'd de Medine'de doksan bir târihinde vefat ettiğinden her ikisinin de Medine'de son vefat eden Sahâbî olması îcâb eder. İbn-i Sa'd Tabakât'ında Sâib'in târîh-i vefatı ihtilaflıdır. Sehl ise bilâ-hilâf Medine'de son vefat eden Sahâbî'dir, demiştir. (Hulâsa: 113, 133).
3) Aliyy-i Kâri: "Hazret-i Übey ile Temîm Dâri'ye münavebe ile kıldırırlardı yahut teravih rek'atlerinin bir kısmını birisi, bakîsini de obürüsü kıldırmış olacaktır. Çünkü kadınlar için de Süleyman İbn-i Ebî Hasme'yi imâm tâyin etmişti" diyor.
4) Atâ' İbn-i Ebî Rebâh, kibâr-ı Tâbiîn'dendir. Mekke'nin fakîhi ve müftîsi idi. İbn-i Abbâs radıyallâhu anhümâ'nın vefatından sonra Mekke'de riyâset-i ilmiyye, Atâ'nın şahsında tekarrur etmiştir. Hattâ İbn-i Abbâs Hazretleri sağlığında kendisinden dînî mes'eleler sorulduğunda: Ey Mekkeliler! Aranızda Atâ' gibi bir âlim varken benim başıma neye toplanıyorsunuz, der idi. Abâdile-i erbaa'dan, Üsâme İbn-i Yezîd'den, Hazret-i Âişe'den, Ebû Hüreyre'den, Ümmü Seleme'den radıyallâhu anhüm hadîs rivayet etmiştir. Kendisinden de pek çok Tâbiî rivayet etmiştir.
İmâm-ı Ebû Hanîfe, Atâ'dan faziletli bir âlime rast gelmedim, der idi. Atâ', şahsen çolak, şaşı bir Habeşî idi. Fakat ilmen ve ahlâkan hâiz olduğu fazileti, ona, ulûm-ı İslâmiyye târihinde sahifeler ayırmıştır. Yetmişten fazla haccetmiştir. Hazret-i Osman'ın devr-i hilâfeti sonlarında doğmuş ve yüz on dört veya yüz on beş târihinde Mekke'de vefat etmiştir (Aynî, 1/519 ve Hulâsa, 125).
5) Kâmûs mütercimi Âsim Molla (Hârre) kelimesinde şu izâhı veriyor: Hârre, zâhir-i Medine'de taht-ı vâkımda bir mevzi'dir ki, anda ikinci Emeviyye hükümrânı olan Yezîd vaktinde bir vak'a olmuştur. Yezîd tarafından Nehb-i Medîne ve istîsâl-i Ashâb için Mesleme İbn-i Ukbe varıp hasâret-i külliye cesaret eylemiştir.
İbn-i Hacer Heytemî de bu zulüm ve i'tisâf sırasında Mescid-i Saâdet'te ezan okunamamış bulunduğundan Hücre-i Saâdet'ten ezan sesi yükseldiğini rivayet ederek Resûl-i Ekrem'in Merkad-i Mubârekinde ebedî bir hayâta mazhar bulunduğuna istidlal ediyor.
6) Temhid'in asıl adı تمهيد لما فى الموطأ من المعانى والاسانيد  ’tir. Hâfız Ömer İbn-i Abdi'l-Berr'in en kıymetdâr âsârındandır. İbn-i Hazm Temhîd için fıkıh ve hadîste nazîrini görmedim, diyor. Sonra İbn-i Abdi'l-Ber, Temhîd'i ihtisar ederek "İstizkâr"ı yazmıştır. Buna da (الاستذكار لمذاهب ائمة الامصار)  adını vermiştir. İbn-i Abdi'l-Berr'i dünyâya tanıtan bu muazzam eserleridir.
7) التعليق الصبيح شرح مشكاة المصابيح: ج 2 ، ص 105
8) Bâcî, Ebü'l-Velîd, Süleyman İbn-i Halef’tir. "Bâce" cîm-i hafife ile Endülüs'te bir şehir veyahut Afrika'da bir köydür ki, sâhib-i tercüme oraya nisbetle şöhret-şiârdır. Bâcî'nin bu eserinin adı "Müntekâ"dır. Ve İbn-i Abdi'l-Berr'in "Temhîd"inin ihtisar edilmiş bir nümûnesidir. Esasen Endülüs'ün bu iki yüksek siması muasırdırlar. İbn-i Abdi'l-Ber 463, Bâcî 471 târihinde vefat etmiştir (Keşfü'z-Zünûn ve Lübbü'l-Lübâb).
9)
روى الترمذى وابن ماجة عائشة رضى الله عنها قالت؛ قال رسول الله صلى الله عليه وسلم: من ثابر على اثنتى عشرة ركعة من السنة بنى الله بيتا فى الجنة: اربع ركعات قبل الظهر وركعتين بعدها وركعتين بعد المغرب وركعتين بعد العشاء وركعتين قبل الفجر. وروى الجماعة الا البخارى من حديث ام حبيبة بنت ابى سفيان انها قالت (سمعت رسول الله صلى الله عليه وسلم يقول: ما من عبد مسلم يصلى لله فى كل يوم اثنى عشرة ركعة تطوعا من غير الفريضة الا بنى الله بيتاً فى الجنة) وزاد الترمذى والنسائى؛ (أربعًا قبل الظهر وركعتين بعدها وركعتين بعد المغرب وركعتين بعد العشاء وركعتين قبل الصلاة الغداة) فتح القدير والبحر الرائق.
10) Attâbî: Ebû Nasr, Ahmed İbn-i Muhammed'dir. Kibâr-ı Hanefiyye'den âlim bir zâttır. Yukarıda zikrettiğimiz Cevâmiü'l-Fıkh'ı, Fetâvâ-yi Attâbiyye denilmekle ma'rûftur. Ve dört büyük cildi muhtevidir. Te'lîfâtı cümlesinden birisi de "Şerh-i Ziyâdât"tır ki: Attâbî bu şerhinde hiçbir şârihe müyesser olmayan müstesna bir tarzda bütün mesâil-i fıkhiyyeyi tetkîk etmiştir. Abdü'l-Hayy-i Leknevî Şerh-i Ziyâdât’ı mütâlâa ettiğini bildiriyor. İmâm-ı Muhammed'in Câmi-i Kebir ve Câmi-i Sağîr'ini de şerhetmiştir. Mükemmel bir de tefsîr yazmıştır. Binâenaleyh teravihin cemâatle edası vâciptir, suretinde kuvvet ve kat'iyyet ifade eden hükmü, hürmetle kabule şâyân bir sîmâ-yi ilmîdir. 582 târihinde vefat etmiştir. Attâb Buhârâ'da bir mahallenin adıdır (Keşfü'z-Zünûn: G. 1, S. 312 ve Fevâid-i Behiyye Sa. 36.)
11) Nâtıfî'nin Ravza'sı fürû-ı Hanefiyye'ye dâirdir. Küçük, fakat nâdir mes'eleleri ihtiva etmesi cihetiyle kıymetli bir eserdir. Fürû-ı Şâfiiyye'ye dâir de Abdü'l-Kerîm Râfiî'nin bir Ravzası vardır. Nâtıfî 446 târihinde vefat etmiştir. (Keşfü'z-Zunûn: C. 1. Sa. 449)

12)  ألفتح الملهم شرح صحيح مسلم: