Diyanet Riyaseti'nin Osmanlı'nın son dönem alimlerinden Ahmed Naim'den hazırlamasını istediği "Sahih-i Buhârî" muhtasarının tercümesini bitirmeye müellifin ömrü yetmemiş, onun vefatından sonra bu işi 4. ciltten itibaren Prof. Kamil Miras devralmıştır. Kamil Miras "Tecrid-i Sarih" adıyla neşredilen bu harika çalışmanın 4. cildinde "Teravih Namazı"nın rekatı konusunda tartışmaları değerlendirip bir sonuca bağlamıştır.
Biz de Kamil Miras merhumun "Teravih Namazı" başlıklı bu çalışmasını, -basit bir düzenleme ve bazı kelime açıklamalarıyla- paylaşalım istedik.
Asr-ı Saadette teravih:
Ramazân-ı şerife mahsus olan teravih namazı da bir gece namazıdır.
Resûl-i Ekrem (s.a.s.) tarafından bu gece ibâdetine "Kıyâm-ı Ramazan =
Ramazan namazı'' unvanı bahşedilmiştir. Bu siyret-i seniyyeye tebaiyyetle mezheb-i
Hanefî'nin erkân-ı erbeasından bir rükn-i mühimmi sayılan, "Hidâye"
metninde teravih bahsine: "Ramazan namazı hakkında fasıl" unvâniyle
başlanmıştır.
Bir de Resûl-i Ekrem Efendimiz'in Ramazan namazının her dört
rek'atinde bir müddet istirahat buyurduklarını rivayet eden İbn-i Abbâs (r.a.),
bu âdet-i Nebeviyye'nin teravih namazındaki terevvüh ve istirâhatin aslı ve
müstened-i aleyhi olduğunu da haber vermiş olmasına nazaran bu çok sevimli ve
neş'eli ibâdetimizin, en ziyâde şöhret-şiâr olduğu (Terâvîh namazı) unvanı ile
de tâ sadr-ı İslâmdan beri yâd olunageldiğini anlıyoruz.
Teravih namazının cemâatle kılınması, rek'atlerinin muayyen bulunması,
hatim sünnetini hâiz olması gibi husûsiyyetleri bulunduğundan gerek hadîs,
gerek fıkıh kitablarında bu namaz, mesnûn olan diğer gece namazlarından
ayrılarak "Kitabü’s-Savm"ın bir lahikası hâlinde ve husûsî bir babda
zikredilmiştir: Bizim için de teravihten Kitâbü's-Savm'da bahsetmek îcâb
ederdi. Fakat biraz hadîs ile meşgul bulunan bazı kimselerin İbn-i Abbâs ile
Hazret-i Âişe'nin bu hadîslerine ve bilhassa Sıddîka-i müşârün ileyhâ'nın
tercümesi 592 numara ile gelecek olan diğer bir hadîsine bakarak “Resûl-i
Ekrem sekiz rek'atten ziyâde teravih namazı kılmamıştır. Bundan fazlası
matlûb-u Şâri' değildir” dedikleri duyulduğundan Resûl-i Ekrem'in salât-ı
leyli(gece namazı) hakkında îzâhât verdiğimiz şu sırada teravih namazının şer'î
vaziyeti, cemâatle keyfiyyet-i edası ve aded-i rekeâtı hakkındaki âsâr-ı(rivayetler)
şerîfeyi bildirmeyi de muvafık bulduk.
Teravih Namazının Şer'î Vaz'iyeti:
Resûl-i Ekrem Efendimiz'in bu namazı îmânın bir şubesi addetmiş
olmaları suretinde hulâsa edilebilir. Resûl-i Ekrem, Ramazan namazını birkaç
gece müstesna olmak üzere münferiden(tek başına) kılmaya devam buyurdukları
gibi Ashabını da:
“Her kim Ramazan'da terâvîh namazının hak olduğuna inanarak ve riya
karıştırmayarak Allah rızâsı için kılarsa, onun geçmiş günahları bağışlanır”
diye teşvîk buyururlardı. Bu hadîsi, Buhârî "Nafile olan teravih namazını
kılmak imandandır" unvâniyle açtığı bir babında zikretmiştir. Teravih
namazı kılmak îmandan bir şube addedildiği için İmâm-ı Ebû Hanîfe:
"Teravih, sünnet-i müekkededir" buyurmuştur.
Asr-ı Saâdet'te Kılınan Teravih Namazı ve Bu
Babdaki Rivâyât-ı Sahîha:
1) Zeyd İbn-i Sabit (r.a.)'den Buhârî'nin rivayetine göre, Resûl-i
Ekrem sallallâhu aleyhi vesellem Ramazan'da Mescid-i Saadet'te i'tikâf için
hasırdan bir hücre ittihâz etmişti. Ramazân-ı şerifin aşr-ı ahirinde(son on
gününde) birkaç gece buradan çıkıp cemâatle hem farz ve hem de terâvîh namazı
kılmıştı. Ahîren(son olarak) cemâatin tehacümünü görünce bir gece, yalnız yatsı
namazını kıldırıp, bu hasır odasına çekilmiş, teravih için çıkmamıştır.
Resûl-i Ekrem'in hücresinde sesi duyulmayınca uyudu zannedilerek
uyansın ve çıksın diye bazı Ashâb öksürmeğe başladı. Resûl-i Ekrem çıkıp
intizâr eden cemâate hitâb ederek buyurmuştur ki:
“Cemâatle teravih namazı kılmak hususunda sizde gördüğüm bu arzu ve
iştiyak daimîdir. Fakat böyle cemâat hâlinde bu ibâdete devam ederken teravihin
farz kılınmasından ve farz kılındıktan sonra hepinizin an-cemâatin edasına
muktedir olamamanızdan korkarım. Ey nâs! Bu namazı evinizde kılınız. Farz
namazlardan başka sünnet ve nafile namazları kişinin evinde kılması daha
faziletlidir.”
Câbir İbn-i Abdillâh (r.a.)'ten Müslim'in rivayetine göre Hazret-i
Câbir, Resûlullâh (s.a.s.) şöyle buyurdu demiştir: “Sizin biriniz farz
namazı mescidinde kıldıkta (dönüp evine gelerek sünnet, müstehab, kaza
namazlarını evinde kılmak suretiyle) evini de namazın feyz ve bereketinden
nasîbedâr kılsın. Cenâb-ı Hak onun namazından, evinde feyz ü bereket yaratır.”
2) Buhârî'nin Hazret-i Âişe'den rivayetine göre Resûl-i Ekrem
Efendimiz'in böyle cemâatle teravih namazı kılması iki yahut üç geceye
münhasırdır. Hazret-i Âişe demiştir ki: Bir Ramazan gecesi Resûl-i Ekrem,
Mescid-i Saâdet'te teravih namazı kıldı. Ashâb-ı Kiram da kendisine iktidâ edip
kıldılar. Ferdası gece de böyle cemâatle kıldılar. Halk çoğaldı. Üçüncü veyahut
dördüncü gece yine toplanmışlardı. Fakat Resûlullâh (s.a.s.) o gece teravihe
çıkmadı. Sabahleyin çıkıp namazdan sonra: "Ey nâs! Sizin cemâatle
Ramazan namazı kılmağa olan şedîd arzu ve iştiyakınızı görüyorum. Benim için de
namaza çıkmağa hiç bir mâni yoktu. Yalnız böyle aşırı bir iştiyak ile devam
edilerek üzerinize farz kılınmasından, sizin de edasına muktedir olamamanızdan
endîşe ettim." buyurdu. Hazret-i Âişe ‘Bu namaz hâdisesi Ramazan'da
vuku bulmuştu’ demiştir.
3) Müslim'in Urve tarikiyle Hazret-i Âişe'den rivayetinde daha fazla
tafsilât vardır. Bu rivayete göre, Hazret-i Âişe demiştir ki: Resûl-i Ekrem
teravih namazını gece yarısında mescidde kıldırmıştı. Birçok kimseler de
kendisiyle beraber kılmıştı. Ferdası günü ağızdan ağıza Resûl-i Ekrem'in
teravih kıldırdığı şayi' olunca ikinci gece mescidde bir gece evvelkinden ziyâde
kalabalık vardı. Resûl-i Ekrem bu gece de teravih kıldırdı. Bunun ferdası günü
ise terâvîh haberi daha ziyâde şayi' olmuştu. Bunun için üçüncü gece halkın
tehacümü daha ziyâde artmıştı. Resûl-i Ekrem bu gece de kıldırdı. Dördüncü gece
artık Mescid-i Saadet istîâb(almayacak) edemeyecek derecede cemâat çoğaldı.
Bunun üzerine Resûl-i Ekrem dördüncü gece teravihe çıkmadı. Yalnız sabah
namazına çıkıp namazdan sonra cemâate dönerek bir hutbe îrâd eyledi, şehâdetle
ve (Emmâ ba'dü) fasl-ı hitabı ile başladığı bu beliğ hutbesinde gece terâvîhe
çıkmadığının sebebini, bundan evvelki hadîslerde îzâh olunduğu üzere anlattı.
4) Tahâvî'nin ve Sünen-i Erbaa sahiplerinin Ebû Zerr-i Gıfârî
(r.a.)'den bu babdaki rivayetleri ise daha ziyâde tafsilâtı muhtevidir. Ebû Zer
Hazretleri demiştir ki:
Resûlullâh (s.a.s.) ile birlikte bir Ramazan oruç tuttuk. Ramazân-ı
şerifin hitâmına yedi gün kalıncaya kadar Resûl-i Ekrem bize hiç bir gece
farzdan başka namaz kıldırmadı. (Yatsı namazını kıldırır, sonra Hücre-i
Saadet'ine girerdi). Ayın yirmi üçüncü gecesinde, gecenin bir sülüsü geçene
kadar bize terâvîh namazı kıldırdı. Ramazan'dan altı gece kalınca (yâni
Ramazan'ın yirmi dördüncü gecesi) bize namaz kıldırmadı. Ramazan'dan beş gece
kalınca (yâni Ramazan'ın yirmi beşinci gecesi), gecenin yarısı geçene kadar
bize namaz kıldırdı. Ben dedim ki:
Yâ Resûlallâh! Gecenin geri kalan yarısında da namaz kıldırsaydınız,
(bizim için daha hayırlı olurdu). Resûl-i Ekrem cevâb olarak: ‘İmâm, namazı
bitirinceye kadar onunla namaz kılmak bütün geceyi namazla ihya etmek için
kâfidir’ buyurdu. Ramazan'dan dört gece kalınca (yâni Ramazan'ın yirmi altıncı
gecesi) Resûl-i Ekrem yine bize namaz kıldırmadı. Gecenin sülüsüne(üçte bir)
kadar intizâr ettik. Ramazan'dan üç gece kalınca (yâni yirmi yedinci gece)
Resûl-i Ekrem, ehlini, kadınlarını ve Ashabını topladı. Bize (bütün gece) namaz
kıldırdı. (Namaz o kadar uzadı ki!) biz, sahuru geçireceğiz zannettik. Bundan
sonra Resûlullâh, Ramazan'ın geri kalan gecelerinde bize namaz kıldırmadı.
İşte buraya kadar nakil ve tercüme ettiğimiz Zeyd İbn-i Sabit, Âişe,
Ebû Zer (r.anhüm) hadîslerinden öğrendiğimize göre, Resûl-i Ekrem Efendimiz iki
veyahut üç gece cemâatle teravih namazı kılmışlardır. Fakat böyle devam
edilirse gitgide farz kılınır endişesiyle cemâati bırakmışlar ve herkesin
evlerinde münferiden kılmalarını emretmişlerdir. Zaman zaman da: "Kim
ki, Ramazan’ın şeref ve faziletine inanarak ve Allâhu Teâlâ'nın rızâsını
dileyerek Ramazan hâtırası için namaz kılarsa, onun geçmiş günahları
bağışlanır." diye farz değil, nafile olarak münferiden teravih namazı
kılmağa teşvik ve tergîb buyurmuştur.
Asr-ı Saâdet'te Kılınan Teravihin Aded-i Rekeâtı Hakkındaki Âsâr-ı
Şerîfe:
Yukarıda nakil ve tercüme ettiğimiz haberlerde Resûl-i Ekrem (s.a.s.)
tarafından cemâatle kılınan teravih namazının kaç rek'at olduğu
bildirilmemiştir. Bu ciheti aşağıdaki ahâdîs-i(hadisler) şerîfeden öğreneceğiz:
1) Tercümesi 592 rakamıyla gelecek olan Âişe (r.anhâ) hadîsinde
görüleceği veçhile Resûl-i Ekrem Efendimiz'in Ramazân-ı şerifte kıldığı teravih
namazının kemmiyet ve keyfiyeti Hazret-i Âişe'den sorulduğunda Sıddîka-i
müşârün ileyhâ cevaben: Resûl-i Ekrem'in ne Ramazan'da, ne de sâir gecelerde
kıldığı gece namazlarında on bir rek'at üzerine ziyâde etmediğini bildirmiştir.
Bu hesabda üç rek'at vitir namazı da dâhil bulunduğundan, Resûl-i Ekrem'in
kıldırdığı teravih namazının sekiz rek'atten ibaret olduğu anlaşılır.
2) İbn-i Hibbân ile İbn-i Huzeyme'nin Sahihlerinde Câbir (r.a.)'den,
Resûl-i Ekrem'in Ashâb ile sekiz rek'at teravih, sonra da vitir namazı
kıldıklarını rivayet etmişlerdir.
3) İbn-i Ebî Şeybe'nin, Taberânî'nin, Beyhakî'nin İbn-i Abbâs'tan
vâki' olan rivayetlerinde ise İbn-i Abbâs (r.a.), Resûl-i Ekrem'in Ramazan'da
yirmi rek'at teravih kıldırdığını bildirmiştir:
عَنِ ابْنِ عَبَّاسٍ رضى
الله عنهما أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ كَانَ
يُصَلِّي فِي رَمَضَانَ عِشْرِينَ رَكْعَةً وَالْوِتْرَ. (رواه ابن ابى شيبة
والبيهقى(
Bu haber, Hazret-i Âişe ve Câbir rivayetlerine muğayir olmakla beraber
bunun senedinde İbn-i Ebî Şeybe'nin büyük babası Ebû Şeybe İbrahim İbn-i Osman'ın
bulunması, bu zâtın da ehl-i hadîs nazarında za'f-ı rivayetle şâibedâr olması,
İbn-i Abbâs'ın bu çok kıymetli olan haberinin za'fını mûcib olmuştur. Aşağıda
îzâh edileceği üzere nevâkilin(nakillerin) isbât ve istidlalinde hadîs-i zaîf
kâfî olmakla beraber za'fını îzâle edecek amel-i Sâhâbe gibi birtakım
müeyyideler bulunduğundan bu da mevzûumuzun medâr-ı istinadı olan haberlerden
birisi olduğu muhakkaktır.
Hulefâ-yi Râşidîn
Devrinde Teravih Namazı:
Buhârî, Sahîh'inde İbn-i Şihâb ez-Zührî'nin irtihâl-i Peygamberî'ye
kadar teravih namazının Asr-ı Saâdetteki vaziyeti, yukarıda nakl ü tercüme
ettiğimiz âsâr ve ahbâr dâiresinde cereyan ettiğini te'yîd ettikten sonra
Hulefâ-yı Râşidîn devrindeki vaziyetini şu suretle îzâh ettiğini rivayet
ediyor:
İrtihâl-i Peygamberî'den sonra Ebû Bekir (r.a.) ve kısmen de Ömer
İbn-i Hattâb (r.a.) zamanlarında teravih namazı, Asr-ı Saâdet'te olduğu gibi
münferiden(tek başına) kılınmak suretiyle cereyan etti. Bilâhare cemâatle
kılınmağa başlandı.
Urve'nin Abdurrahmân İbn-i Abdü'l-Kârî'den(1) rivayetine göre, Abdurrahmân
demiştir ki: Bir Ramazan gecesi Ömer İbn-i Hattâb (r.a.) ile mescide çıkmıştık.
Mescidde halk münferid ve müteferrik bir halde teravih namazı kılıyordu. Kimi
kendi başına yalnızca namaz kılıyordu, kimi namaz kılıyordu ve bunun namazına
bir kısım halk da tebeıyyet(uyuyor) ediyordu. Hazret-i Ömer: Öyle zannediyorum
ki, bunları bir imâm arkasında toplarsam daha hoş olacak, demişti. Sonra
azmetti. Ve hakîkaten ferdası günü, Übey İbn-i Kâ'b’ı (r.a.) teravih imâmı
ta'yîn edip cemâati onun arkasında topladı. Teravih namazı cemâatle kılınmağa
başlandı. Başka bir gece yine Ömer İbn-i Hattâb ile mescide çıkmıştım. Nâs,
imamları Übey İbn-i Ka'b ile beraber namaz kılıyorlardı. Hazret-i Ömer, halkın
dînî bir vecd ile namaz kıldıklarını görünce:نِعْمَ الْبِدْعَةُ هَذِهِ = Şu teravihin
böyle cemâatle kılınması her veçhile ne güzel âdet oldu" diye sevincini
izhâr eyledi. Ve "Fakat namazlarını gecenin sonuna te'hîr edip de şimdi
uyuyanlar, şimdi namaz kılanlardan daha ziyâde hâiz-i fazilettirler."
sözünü de ilâve etti. Nâs, teravihi gecenin evvelinde kılmakta idiler.
Halkın böyle meserret içinde teravih namazı kıldığını görünce Hazret-i
Ömer'in: "Bu teravihin cemâatle kılınması ne güzel âdet oldu" sözü,
teravihin cemâatle edâ edilmesine teşvik ve tergîbi mütezammındır. Lisân-ı
Arab'da "Ni'me" kelimesi bir fi'l-i medihtir, bütün mehâsini(güzellikleri)
câmi'dir. "Bi'se" kelimesi de bir fi'l-i zemdir, bu da bütün mesâvîyi
câmi'dir.
Hazret-i Faruk'un vaz' edilen bu âdet-i müstahseneyi bid'at yâd
etmesi, bu namazın ne Asr-ı Saâdet'te, ne de Ebû Bekir zamanında cemâatle
kılınmasına devam edilmemiş ve gecenin evvelinde kılınmış olmasına ve aded-i
rekeâtının da en sahîh rivayete göre ziyâde edilmiş bulunmasına mebnîdir.
Bid'at, aslında Resûlullâh’ın (s.a.s.) zaman-ı Saâdet'inde mevcûd
olmayan bir emri ihdas etmekten ibarettir. Terâvih namazının cemâatle edâ
edilmesi bid'atin bu umûmî manasında pek tabiîdir ki, dâhil değildir. Çünkü
Resûl-i Ekrem cemâatle teravih namazı kıldırmışlardı. Ve bir mazeretle cemâati
terkedip herkesin münferiden evinde kılmalarını emretmişlerdi. Resûl-i Ekrem'in
irtihâli üzerine böyle bir mahzur kalmamıştı. Bu mühimmeye işaret için
Aliyyü’l-Kârî teravih namazının cemâatle edası sûretâ bid'attir, hakikatte
değildir, âdet demektir, diyor.
Ebû Bekir (r.a.) ise, hilâfeti zamanında teravihten çok daha mühim
işlerle meşgul bulunuyordu. İslâm'ın beka ve mevcûdiyyetini tehdîd eden o çetin
ve korkunç irtidâd gaileleri bu ilk ve büyük halîfeyi başka hiçbir işe
baktırmamıştı. Hazret-i Ömer'in ilk devr-i hilâfetini de kısmen işgal eden bu
nevî gavâilden(gaileler) dolayı teravih namazına sıra ancak bu gaileler
bertaraf edildikten sonra gelebilmiş idi.
İmâm-ı Mâlik'in Muvatta'da Sâib İbn-i Yezîd'den rivayetine göre
Hazret-i Ömer, Übey İbn-i Kâ'b ile Temim Dârî'yi Ramazan imâmı ta'yîn etmişti.
Sâib, her rek'atte imâmın takrîben yüz âyet okuduğunu haber vermiştir.
Ucâle'den naklen Mirkat'ta bildirildiğine göre, Ebû Osman en-Nehdî
şöyle demiştir: Hazret-i Ömer, teravihin cemâatle kılınmasına karar verince
kurrâdan üç zâtı davet etti. Ve bunlara Kur'ân okutup içlerinden sür'atli
okuyana her rek'atte otuz âyet, orta derecede okuyana yirmi beş, ağır okuyana
da yirmi âyet okumalarını emretti.
Hazret-i Osman (r.a.) zamanında devr-i Fârûkî'de olduğu gibi teravihin
cemâatle kılınmasına devam edilmiştir. Hem bir halde ki, devr-i Fârûkî'de
kılındığı gibi her rek'atte takrîben yüzer âyet okunarak ve şiddet-i kıyamdan
asaya ittikâ edilerek teravih kılındığını Beyhakî, Sâib İbn-i Yezîd'den rivayet
etmiştir.
Yine Beyhakî, Hişâm İbn-i Urve'den de şunu rivayet etmiştir. Hazret-i
Ömer, erkekleri Übey İbn-i Kâ'b'ın, kadınları da Süleyman İbn-i Ebî Hasme'nin
arkasında ayrı ayrı toplamıştı. Hazret-i Osman zamanında ise Halîfe-i müşârün
ileyh kadınları da, erkekleri de Ebû Hasme'nin arkasında cem' etmiş ve ayrı
ayrı kılmalarına lüzum görmemiştir. (Mirkat, 2/674)
Alî Murtazâ radiyallahu anh de zamanında halkı bu mübarek namaza dâima
teşvik etmiş ve, "Allah, Ömer'in kabrini nurlandırsın; nasıl ki Ömer,
mescidlerimizi teravihin feyziyle nurlandırıp şereflendirdi ise"
diyerek teravih namazının Ramazân-ı şerife ve meâbid-i(mabedler) müslimîne
husûsî şeref bahşettiğini bildirmiştir.
Yine Hazret-i Alî'nin ashabından Şübrüme İbn-i Şekil'den Beyhakî'nin
rivayetine göre, müşârün ileyh hazretleri Ramazan'da imâm olup nâsa beş tervîha
ile yirmi rek'at teravih namazı kıldırmıştır. (Mirkât, 2/174) Yine Hazret-i
Alî, ashabından bir zâta da yirmi rek'at teravih kıldırmasını emrettiği
"Vekî"den nakledilerek "Muğnî"de bildirilmiştir. (Aynî, 3/598)
Abdullah İbn-i Mes'ûd (r.a.) gibi eâzım-ı Ashâb da bizzat imâm olup
teravih kıldırmışlardı. Muhammed İbn-i Nasr-ı Mervezî'nin Zeyd İbn-i Vehb'den
rivayetine göre, Zeyd demiştir ki: Abdullah İbn-i Mes'ûd Ramazan'da imâm olup
bize teravih kıldırdı. Namazı bitirip de evimize döndüğümüzde henüz şafak
atmamış, fakat çok yaklaşmış bulunurdu. A'meş de: İbn-i Mes'ûd yirmi rek'at
teravih ve üç rek'at vitir namazı kılardı, demiştir. (Aynî, 5/356)
Hulefây-I Râşidîn Devrinde Kılınan Teravih
Namazının Aded-i Rek'atı Hakkındaki Rivayetler:
İbn-i Hacer, Hulefâ-yi Râşidîn devrinde kılınan teravihin yirmi rek'at
olduğunda Ashâb'ın icmâı vardır, diyor. Yalnız İmâm-ı Mâlik'in Sâib İbn-i
Yezîd'den rivayet ettiği on bir rek'at rivayeti vardır ki, bu da devr-i Fârûkî'de
teravihin cemâatle kılınmaya başladığı ilk günlere âid bulunduğundan teravihin
yirmi rek'atte kesb-i istikrar ettiği muhakkaktır. Ashâb ve Tâbiîn'den yirmi
rek'atten fazla kılanlar da bulunduğunu aşağıda göreceğiz. Nevâfilde ziyâde
için bir had olmadığından bu haberlerin mevzûumuzla tezad teşkil etmeyeceğini
şimdiden kaydederek yirmi rek'at hakkındaki rivayetleri berveçh-i âtî nakl ve
tercüme ediyoruz:
Ömer (r.a.) zamanına âid olmak üzere me'sûr olan rivayetler Tâbiî
ricalinden Yezîd İbn-i Rûmân ile Ashâb'dan Sâib İbn-i Yezîd’e (r.a.) müntehi
olmaktadır. Turuk-ı rivâyâtı(rivayet yolları) cihetiyle ikinci birinciden daha
kuvvetlidir.
1) İmâm-ı Mâlik'in "Muvatta"ında Yezîd İbn-i Rûmân'dan
munkatı' bir isnâd ile rivayetine göre, İbn-i Rûmân: "Nâs, Ömer İbn-i
Hattâb (r.a.) zamanında Ramazan namazını yirmi üç rek'at kılardı"
demiştir. Beyhakî: Bu üç rek'at ziyâde, vitir namazı olacaktır, diyor.
Aliyyü’l-Kârî de tamam sırasında fırsat fevt etmeyerek: "Bu üç rek'atin
vitir namazı olması, devr-i Sahâbî'den son karargir olduğu üzere vitir
namazının bir değil, üç rek'at olduğuna ve vitir namazının salât-ı leylde dâhil
olmadığına vâzıhan delâlet eder" diyerek eimme-i Hanefiyyenin vitir namazı
hakkındaki ictihâdlarının isabetini kaydediyor.
Gerçi İbn-i Rûmân, Hazret-i Faruk devrine yetişmediği için teravih
hakkındaki bu rivayetinde inkıta' vardır. Ve bu haberini İbn-i Rûmân mürselen
rivayet etmiştir. İrsâl ise ehl-i hadîs nazarında emâre-i za'ftır. Hattâ İmâm-ı
Şâfiî mürselât ile amel etmemiştir. Fakat Ebû Hanîfe, Mâlik, Ahmed İbn-i Hanbel
hazarâtı, mürsil sika olmak şartıyla haber-i mürsel ile amel etmekte bir beis
görmemişlerdir. Yezîd İbn-i Rûmân ise sikât-ı Tâbiîn'dendir. Abdullah İbn-i
Zübeyr'den, Urve’den rivayet eder. Kendisinden de Cerîr İbn-i Hâzim, İbn-i
İshâk, eimme-i kurrâdan Nâfi' gibi güzîde zevat rivayet etmişlerdir. İbn-i Sa'd
de: "İbn-i Rûmân âlimdir, sikadır, kesîrü'l-hadîstir" diye sıdk u
adline şehâdet etmiştir. Binâenaleyh İbn-i Rûmân'ın bu haberi ile pekâlâ
ihticâc edilir. Nasıl ki kütüb-i Hanefiyye'de ezcümle Fethü'l-Kadîr'de İbn-i
Hümâm, ibtidâ İbn-i Rûmân'ın bu haberini makâm-ı ihticâcda zikretmiştir.
2) Beyhakî'nin, Sünen'inde Sâib İbn-i Yezîd’den(2) rivayetine göre
Sâib: "Biz, Ömer İbn-i Hattâb (r.a.) zamanında yirmi rek'at teravih ile
vitir namazı kılardık" demiştir. Nevevî, Hulâsa'da bu haberin isnadı
sahihtir, demiştir.
3) Abdürrezzak, Musannef'inde Muhammed İbn-i Yûsuf tarikiyle yine Sâib
İbn-i Yezîd'den şöyle rivayet etmiştir: Sâib: "Ömer İbn-i Hattâb,
Ramazan'da Übey İbn-i Kâ'b ile Temîm Dârî'yi yirmi bir rek'at kıldırmak üzere
nâsa imâm ta'yîn etmişti. Bunlar, her rek'atte yüzer âyet mikdarı okuyarak
teravih namazı kıldırır ve fecrin tulûuna yakın mescidden dağılırlardı"
demiştir. İbn-i Abdi'l-Ber, bu bir rek'at vitir namazıdır, demiştir.
4) İbn-i Abdi'l-Ber de Haris İbn-i Abdirrahmân tarikiyle gelen
rivayette Sâib İbn-i Yezîd'in: "Ömer İbn-i Hattâb zamanında (Ramazan
namazını) yirmi üç rek'at kılardık" dediğini rivayet etmiştir. Ve bu üç
rek'at ziyâde vitir namazına mahmuldür, demiştir.
Bu son iki rivayet ki, yirmi bir ve yirmi üç rek'at rivayetleridir.
Irâkî: "Bunlardaki yirmi üzerine zâid olan rek'atlerin tevcihinde İbn-i
Abdi'l-Ber isabet etmiştir. Çünkü Yezîd İbn-i Hasîfe tarikiyle Sâib İbn-i
Yezîd'den Hazret-i Ömer zamanında yirmi rek'at teravih namazı kılındığı, vitir
namazı karıştırılmayarak rivayet edilmiştir" diyor.
Yirmi
Rek'atten Az Rivayetler:
1) İmâm-ı Mâlik'in Muvatta'da yine Sâib İbn-i Yezîd'den diğer bir
tarîk ile rivayetinde Sâib (r.a.) demiştir ki: Ömer (r.a.) Übey İbn-i Kâ'b ile
Temîm Dârî'yi Ramazan'da nâsa on bir rek'at kıldırmak üzere terâvîh imâmı
ta'yîn etmişti.(3) İmâm her rek'atte takrîbî olarak yüz âyet okurdu. Hattâ
kıyamın uzamasından dolayı biz, asaya dayanırdık. Ve fecrin evâilinde
teravihten anca dağılabilirdik.
İbn-i Abdi’l-Ber: Bu on bir rek'at rivayeti vehimdir, sahîh olan
rivayet Hazret-i Ömer zamânında teravihin yirmi rek'at kılındığıdır, diyor.
Fakat bu on bir rek'at rivayetinin senedi sahîh olduğunu nazarı dikkate alarak
Aliyy-i Kârî de diyor ki: Bu on bir rivayeti teravih kılınmağa başlandığı ilk
gecelere âid olacaktır. Ennihâye teravih namazı yirmi rek'at olarak kesb-i
istikrar ve kat'iyyet eylemiştir.
Beyhakî de: "Bu on bir rek'at rivayeti Hazret-i Âişe'nin: Resûl-i
Ekrem'in salât-ı leyli(gece namazı) hakkında: Resûl-i Ekrem ne Ramazan'da, ne
de başka gecelerde on bir rek'at üzerine ziyâde etmemiştir, suretindeki
rivayetine muvafıktır. Fakat bu on bir rek'at kılınmasını Hazret-i Ömer ilk
gecelerde emretmişti. Sonra yirmi rek'at tekarrur etti" demiştir.
2) Gerek hadîs ve gerek fıkıh kitaplarında Muhammed İbn-i İshâk
tarikiyle yine Sâib İbn-i Yezîd'e müntehi olan bir rivayette devr-i Fârûkî'de
on üç rek'at kılındığını da görüyoruz. Fakat Irâkî: Bunun da cemâatle kılınmağa
başlandığı ilk zamanlara âit olduğu, bilâhara yirmi rek'atte teravih rekeâtı
tekarrür ettiğini, bildirmektedir.
3) İmâm-ı Mâlik'in, meşâhir-i Tâbiîn'den A'rec tarikiyle rivayetinde
müşârün ileyh demiştir ki: Bizim, zamanlarına yetiştiğimiz Ashâb ve Tabiîn
devirlerinde imâm sekiz rek'atte sûre-i Bakare'yi okurdu. Eğer imâm sûre-i
Bakara ile on iki rek'at kıldırırsa nâs, imâmın kıraati, tahfif ettiğine
hükmederdi.
Bu rivayet teravih namazının rek'atini tesbît ve takrir etmiyor.
Kesret-i kıraati temsil için sekiz ve on iki rek'at zikrediliyor. Yirmi
rek'atten noksan olan rivayetlerin devr-i Fârûkî'de cemâatle teravih kılınmağa
başladığı ilk günlere âid olduğunu, muahharen teravih yirmi rek'atte kesb-i istikrar
eylediğini gerek ehl-i hadîs ve gerek fukahâ müttehidü'l-lisân olarak
bildirmişlerdir.
Osman ve Alî’nin (r.anhüma) zaman-ı hilâfetlerinde de yirmi rek'at
kılınmağa devam edildiğini Abdullah İbn-i Mes'ûd gibi eâzım-ı Ashâb'ın yirmi
kıldıkları ve böyle kılınmasını emrettiklerini yukarıda görmüştük. Şârih Aynî:
Ashâb-ı Kirâm'dan hiç bir muhalif bulunmaksızın Übey İbn-i Kâ'b’dan (r.a.)
sabit olan rivayet de bu suretle bulunduğunu bildirmektedir.
Hulefâ-yı Râşidîn devrine âid vücûh-i rivâyâtı da buraya kadar görmüş
bulunuyoruz. Hulefâ-yı Râşidîn dâhil olduğu halde Ashâb-ı Kirâm'ın teravih
namazına gösterdikleri derin alâkaya bakarak Sâhib-i Muğnî: فهذا
كالاجماع = Artık bu çokluk Hulefâ-yı Râşidîn devrinde yirmi rek'at teravih
kılındığı hususunda Sahâbe'nin icmâı derecesinde bir kuvvettir" demiştir
(Aynî).
İbn-i Hacer de teravihin yirmi rek'at olduğuna Ashâb'ın icmâı ile
istidlal edilmelidir, demiştir (Mirkat).
Nevevî de: Ashabımız eimme-i Şâfiiyyenin ittifak ettikleri cihet,
teravih namazında cemâatin efdal olduğudur. Fakat bir takım ehl-i ilim, cemâat
ve aded-i rekeâtın yirmi olduğunda Ashâb'ın icmâı bulunduğunu kabul etmiştir,
diyor.
Beyhakî, teravih namazında Ashabın kâffesi(hepsi) cem' olmamıştır ki,
icmâ' bulunsun. Belki ekserisi bulunmuştur, diye icmâ' iddiasına muhalefet
etmiştir. Filhakika İbn-i Ömer gibi bazı zevatın tehallüfü rivayet edilmiştir.
Bu cihetle ıstılâh-ı fıkhî üzere icmâ' olmasa bile sâhib-i Muğnî'nin dediği
gibi icmâ' derecesinde bir ekseriyyet bulunduğu ilmî bir müteârefe hâlinde
kabul edilmiştir.
Bir hulâsa:
Teravih bahsinin ibtidâsından beri târihî bir silsile tâkib ederek
gerek Asr-ı Saâdet'e, gerek Hulefâ-yı Râşidîn devrine âit olmak üzere mütâlaa
ettiğimiz rivayetlerden öğrendiklerimiz ve bunların delâlet ve irşadı ile vâsıl
olduğumuz neticeler şunlardır:
1) Resûl-i Ekrem Efendimiz Hazret-i Âişe rivayetine göre vitir
namaziyle on bir rek'at Ramazan namazı (teravih) kılmıştır. Vitir namazı için
üç rek'at tarh ve tenzil edilince teravih için sekiz rek'at kalır ki, bu adet,
Hazret-i Câbir'in Resûl-i Ekrem tarafından Ramazanda kıldırılan teravihin sekiz
rek'at olduğu hakkındaki rivayete tamâmiyle muvafıktır. Ve bu iki rivayet
sahihtir. Resûl-i Ekrem Efendimiz'in yirmi rek'at kıldıkları da İbn-i Abbâs'tan
rivayet edilmiştir. Fakat bu haberi senedinde görülen za'ftan dolayı ehl-i
hadîs taz'îf etmiştir. Bununla beraber biz medâr-ı istinâd birtakım
müeyyideleri hâiz bulunduğundan bununla da aşağıda ihticâc edeceğiz.
2) Resûl-i Ekrem, Ramazanda üç gece Ashabına cemâatle namaz
kıldırmıştır. Fakat farz kılınır düşüncesi ile cemâati bıraktıklarını
bildirerek herkesin münferiden evinde kılmasını emretmiştir. Bu i'tizâr ve
tavsiye-i Nebeviyye: "Ashabım! Eğer böyle bir düşünce ve endîşe olmasaydı
teravih namazını cemâatle kıldırmağa devam ederdim" demek oluyor.
3) Cemâatle teravih namazı kılınması, devr-i Fârûkî'de te'sîs
edilmiştir. Çünkü vefât-ı Nebevî üzerine farz kılınmak gibi bir mahzur
kalmamıştı. Ashâb-ı Kiram bu te'sîse müctemian, fiilen ve kavlen iştirak ve
muvafakat etmişlerdir. Aded-i rekeâtı da yirmi olarak beyne'l-Ashâb takarrur
etmiştir.
4) Şu halde Ebû Davud'un tahrîc ettiği: عليكم
بسنتى وسنة الخلفاء الراشدين بعدى = Ashabım! Benim
sünnetime, benden sonra da Hulefâ-yi Râşidîn'in sünnetine ittiba ediniz,
ittiba' etmek vâciptir" fermân-ı Nebevisi bizi, Hulefâ-yi Râşidîn'in
sünnetine davet etmektedir.
5) Ramazân-ı Şerifte sekiz rek'at teravih ve üç rek'at vitir namazının
cemâatle kılınması rivâyet-i sahîhaya müstenid fiil-i Nebevî ile sabit bir
sünnet-i seniyyedir. Esas itibariyle sünnet, ya Resûl-i Ekrem'in devam
buyurdukları veyahut devam ederken bir mâniin, bir özrün araya girmesi ile terk
ettiği umûrdur. Bu sekiz rek'atin üst tarafı ile beraber yirmi rek'at olması,
Hulefâ-yi Râşidîn'in sünnetidir ki, müstehab unvân-ı fıkhîsi ile yâdolunur. Diğer
taraftan Resûl-i Ekrem tarafından yirmi rek'at kılındığına dâir de İbn-i Abbâs’tan
(r.a.) gelen bir rivayet vardır ki, senedinden dolayı ehl-i hadîs tarafından
taz'îf edilmiştir. Fakat birçok fukahâ onunla ihticâc ettiklerinden bu rivayete
göre yirmi rek'atin de fiil-i Nebevî'ye müstenid sünnet-i Seniyye olduğu sabit
olur. Her iki cihetin de fukahâ için medâr-ı ihticâc ve istinâd olduğu aşağıda
sûret-i istidlalleri ile beraber görülecektir.
Tâbiî
Devrinde Teravih:
Tâbiî devrinde yirmiden az rek'atle teravih kılındığına dâir hiç bir
haber nakledilmemiştir. İbn-i Ebî Müleyke, Hâris-i Hemedânî, Atâ' İbn-i Ebî
Rebâh, (4) Ebû Buhtürî, Hasan-ı Basrî'nin kardeşi Saîd-i Basrî, Abdurrahmân
İbn-i Muhammed İbn-i Ebî Bekr ve daha bu tabakada birçok ricâl-i Tâbiî,
Hulefâ-yi Râşidîn ile Ashâb-ı Kiram gibi, teravihi yirmi rek'at olarak kabul ve
iltizâm etmişlerdir.
İbn-i Abdi'l-Ber, İstizkar'ında Esved İbn-i Yezîd'in kırk rek'at
teravih ile yedi rek'at vitir namazı kıldığını rivayet etmiştir.
Zürâre İbn-i Evfâ ile Saîd İbn-i Cübeyr'in de otuz sekiz rek'at
teravih ile üç rek'at vitir namazı kıldıkları rivayet edilmiştir.
Tirmizî, ehl-i Medine'nin vitir ile beraber kırk bir rek'at
kıldıklarını rivayet etmiştir.
Muhammed İbn-i Nasr'ın İbn-i Eymen tarikiyle İmâm-ı Mâlik'ten rivayetine
göre, İmâm-ı Mâlik: "Ramazanda müstehab olan teravih namazı otuz sekiz
rek'attır. Bu otuz sekiz rek'at imâm ile kılındıktan sonra bir rek'at de yine
cemâatle vitir namazı kılınır" demiştir. Muhammed İbn-i Nasr: "Bu
suretle teravih ve vitir namazının kılınması (Hârre)(5) vak'asından evvel
başlamıştı. Yüz bu kadar sene evvelden, zamanımıza kadar Medine'de ve ehl-i
Medîne arasında carî olagelen bir âdettir" demiştir. Fakat İmâm-ı
Mâlik'ten rivayet olunan kavl-i meşhura göre teravih otuz altı rek'attir. Üç rek'at
vitir namazı ile beraber otuz dokuz olur ve İbn-i Eymen rivayeti ile kavl-i
meşhur arasında adetçe müsavat bulunur. Yalnız İbn-i Eymen rivayetinde vitirin
iki rek'atı, teravih rek'ati ile cem' edilmiştir. Elyevm ehl-i Medine'nin ameli
otuz altı rek'at teravih ve üç rek'at vitir namazı olmak üzere carîdir.
Teravih
Hakkında Eimme-i Müctehidînin ve Fukahânın Akvâl ve İçtihadı:
İbn-i Abdi'l-Ber diyor ki: Cumhûr-i ulemânın mezhebi teravih namazının
yirmi rek'at olduğu merkezindedir. Eimme-i Hanefiyye ve Şâfiiyye'nin,
Hanbelîlerle ekser-i fukahânın mezhebleri budur. İbn-i Abdi'l-Berr'in fukahâyı
ekseriyyetle takyîd etmesi, Mâlikîler indinde teravihin otuz altı rek'at
olmasına mebnî olsa gerek.
Teravih hakkında eimme-i metbûînden hiç birisi teravih namazı için
yirmiden noksan bir aded ihtiyar etmemiştir. Ve en kuvvetli sözü akdemü'l-eimme
Ebû Hanîfe Hazretleri söylemiştir. Âsâr-ı hadîsiyye ve fıkhiyyeden her hangi
birisi mütâlaa olunursa teravih bahsinde muhakkak İmâm Ebû Hanîfe'nin bu kuvvet
ve kat'iyyet ifâde eden sözlerine tesadüf edilir.
"İhtiyar"dan nakledilerek kaydolunduğuna göre İmâm-ı Ebû
Yûsuf, üstadı Ebû Hanîfe Hazretlerine teravih namazının hükmünü ve Hazret-i
Ömer tarafından ne gibi bir delîle istinâd edilerek bu namazın yirmi rek'at
olmak ve cemâatle edâ edilmek suretiyle ortaya konulduğunu sormuştu. Hazret-i
üstâd cevaben demiştir ki:
Teravih namazı hiç şüphesiz bir sünnet-i müekkededir. Hazret-i Ömer bu
namazın an-cemâatin ve yirmi rek'at kılınmasını, ne ictihâd-ı zatîsi ile
tilkâ-i nefsinden çıkarmıştır, ne de Asr-ı Saâdet'te carî olmayan bir emr-i
dînîyi ortaya koymuş bir mübtedi'dir. Elbette Ömer bunu, kendisince ma'lûm olan
bir asl-ı şer'îye ve bir vasıyyet-i Nebevî'ye istinâd ederek emretmiştir.
Hazret-i Faruk'un, hakkı bâtıldan, Sünnet'i bid'atten tefrik
hususundaki müstesna kudretini ve emr-i dindeki derece-i ihtimamını, mükerreren
vahye tevâfuk eden, isâbet-i nazar ve içtihadını pek iyi takdîr eden Ebû Hanîfe
Hazretleri, her halde Hazret-i Ömer'in bu terâvih işini de gerek cemâat, gerek
yirmi rek'at kılınmak hususlarında bir asl-ı şer'îye ve Cenâb-ı Peygamber'den
telâkki ettiği bir ahd ve vasıyyete istinâd ettirmiş olduğunu kabul ederek
yirmi rek'atinin de fiil-i Peygamberîye müstenid sünnet-i müekkede olmasını
mantıkan zarurî bulmuştu. Bu cihetledir ki, gerek Hanefi ve gerek Şâfiî
fukahâsından bir kısmı, teravih namazının yirmi rek'atinin de fiil-i Nebevî ile
sabit Sünnet-i Seniyye olduğunu kabul ederek İbn-i Ebî Şeybe'nin ve emsali
ehl-i hadîsin rivayet ettikleri İbn-i Abbâs hadîsi ile istidlal etmişlerdir. Şu
kadar ki, ehl-i hadîs tarafından bu İbn-i Abbâs hadîsi iki suretle taz'îf
edilmiştir:
1) Senedinde İbn-i Ebî Şeybe'nin ceddi İbrahim İbn-i Osman'ın
bulunması,
2) Rivâyât-ı sahîha'ya zâhiren mugayir olması. Bu rivayete istinâd
edebilmek için bu iki ukdenin çözülmesi îcâb eder.
İbn-i Abbâs hadîsinin bu suretle taz'îf edildiğinden korkan Zeylaî,
İbn-i Hümâm, Süyûtî, Zürkânî gibi birtakım nâmdâr ulemâ, bu hadîse istinâd
etmeyerek teravihin sekiz rek'atinin yukarıda geçen Âişe ve Câbir (r.a.)
hadîsleriyle sabit ve fi'l-i Peygamberî'ye müstenid sünnet-i Nebeviyye olduğu,
on iki rek'atin de sünnet-i Sahâbî bulunduğu zemininde bir istidlal tarîki
tâkib etmişlerdir. Biz burada her iki tarîk-ı istidlali takrîr edeceğiz. Ve
evvelâ yirmi rek'at hakkındaki İbn-i Abbâs hadîsinin senedindeki za'ftan,
Hazret-i Âişe ve Câbir hadîslerine mugâyeretinden gelen şüpheleri izâleye
çalışacağız. Sonra da öbür tarîk-ı istidlali teşrîh edeceğiz. Birinci cihet
hakkındaki tedkîkâtımız, berveçh-i atîdir:
1) "Keşfü’l-Gumme"de gördüğümüz İbn-i Abbâs hadîsinin metni
daha ziyâde tafsilâtı muhtevî bulunduğundan her şeye takdîmen bunu mütâlaa
edeceğiz. Bu metne göre İbn-i Abbâs (r.a.) demiştir ki: Resûlullâh (s.a.s.)
münferiden yirmi rek'at teravih ve ayrıca vitir namazı kılardı. Teravihin de
her dört rek'ati arasında bir müddet dinlenirdi. Sonra kalkar, mukadder olan
namazına devam ederdi. Teravih namazındaki tervîhanın esâsı, bu Sünnet-i
Seniyye'ye müsteniddir.
Ma'lûmdur ki, İmâm Şa'rânî'nin bu çok mühim ve meşhur eseri, kendisinin
de bildirdiği üzere müçtehidîn-i izamın istinâd ettikleri hadîsleri muhtevidir.
Binâenaleyh İbn-i Abbâs hadîsi bir kısım Hanefî ve Şâfiî eimmesinin medâr-ı
istinadı olduğu şüphesizdir. Nasıl ki, İbn-i Hacer de: "Eimmemizden(imamlarımızdan)
bâzıları İbn-i Abbâs hadîsi ile istidlal tarîkini iltizâm etmişlerdir. Fakat bu
hadîsin derkâr olan za'fından dolayı teravihin yirmi rek'at olduğuna icmâ-ı
Sâhâbe ile istidlal edilmelidir" demiştir. Hidâye şerhi Inâye ile
Kifâye'de de İbn-i Abbâs rivayetine istinâd edilmiştir.
2) İbn-i Abbâs hadîsine za'f isnadı, bu hadîsin senedindeki İbn-i Ebî
Şeybe'nin büyük babası İbrahim İbn-i Osmân-i Absî'den dolayıdır. Bu zâtın
rivayet hususunda mevkiini bilmeliyiz. Ebû Şeybe Kûfe'lidir, Vâsıt'ta kadılık
etmiştir. Dayısı Hakem İbn-i Uteybe'den, Ebû İshak'tan ve daha bu tabakadaki
ricâl-i ahâdîsten rivayeti vardır. Dayısı ve kendi şeyhi Hakem İbn-i Uteybe ki,
İbrâhîm-i Nehâî'nin ashabından ve en mevsuk fukahâdandır. Ebû Cühayfe'den,
Abdullah İbn-i Şeddâd'dan, Ebû Vâil’den, İbn-i Ebî Leylâ'dan rivayet eden
sâhib-i sünnet ve ittikâ'(ehl-i takva) bir zâttır. Kendisinden Mansûr, A'meş,
Ebû Avâne, Şu'be gibi eimme-i hadîs rivayet etmiştir.(Hulasa) İnsan böyle bir
şeyhin, şu saydığımız tilmizleri arasında riâyetinden korkulacak derecede
zuafâdan bir zâtın bulunmasına hiç ihtimâl vermiyor.
Sonra Ebû Şeybe'nin kendi râvîsi de Kâtibi Yezîd İbn-i Harun'dur. Bu
da, kendi şeyhini kazada adl ile tavsif eylemiştir. Ebû Şeybe'yi taz'îf
edenler, Yahya İbn-i Maîn'in, Buhârî'nin, Ebû Davud'un tenkîdâtını, Nesâî'nin
metrûkü'l-hadîs dediğini bildiriyorlar da en yakın râvîsinin hüsn-ü
şehâdetinden bahsetmiyorlar. Kâtibi ve râvîsi Yezîd İbn-i Hârûn ki, Zehebî,
Tezkiretü'l-Huffâz'da Yezîd'in senedleriyle birlikte yirmi dört bin hadîsi
ezberden tahdis eylediği ve kırk bu kadar sene akşam namazının abdesti ile
sabah namazı kıldığı yollu hüsn-i hıfzına, itkânına, kemâl-i takvasına dâir
Ahmed İbn-i Hanbel gibi eimmeden birçok menkabeler nakletmektedir. Bu derece
sadûk(doğru) ve müttekî olan ve şeyhinin her hâlini herkesten iyi bilmesi îcâb
eden bir zâtın kendi şeyhinin sıdk u adli hakkındaki hüsnü şahadeti kabul
edilmek îcâb eder.
Eimme-i intikâddan Ebû Ahmed İbn-i Adî de: "Ebâ Şeybe, hakîkaten
taz’îf edilmiştir. Fakat Ebû Şeybe, İbrahim İbn-i Hayye gibi zuafâ zümresinden
sayılmamalıdır. Bundan çok daha hayırlıdır. Ebû Şeybe'nin rivayetleri içinde
birçok sâlih hadîsler vardır" demiştir. (Tehzîb) İbn-i Abbâs hadîsinin
mûcebi üzere Hulefâ-yı Râşidîn devrinden beri bilâ-inkıtâ' amel-i ümmet carî
olduğuna göre, bu teravih hadîsi de bu sâlih hadîslerden birisidir, denilemez
mi? Bu gayri ilmî bir hüküm müdür? İşte bu nokta-i nazardan dolayıdır ki,
birçok fukahâ bu hadîs ile ihticâc etmişlerdir.
3) İbn-i Abbâs Hadîsi, ehl-i hadîs tarafından te'mîn-i sıhhat için
iltizâm edilen usûl-i rivayete uymayarak velev ki senedindeki râvîlerden
birisinin ufak bir hâlinden dolayı taz'îf edilebilir. Bu, ehl-i hadîs için bir
hak ve bir vazifedir. Fakat ehl-i hadîs tarafından her zaîf addedilen hadîs
hemen terkedilmemiştir. Belki bunlardan ümmetin mazhar-ı kabulü olmak gibi
medâr-ı tashîh bir müeyyedeyi hâiz olanları ehl-i ilim tarafından tashîh
edilmiştir. Süyûtî, Tedrîbü'r-Râvî'de bu mühimme-i ilmiyyenin birçok ehl-i ilim
tarafından bir kaide hâlinde kabul edildiğini bildiriyor.
İbn-i Abdi'l-Ber de "İstizkâr"da deniz suyunun tahareti
hakkında Sünen-i erbaa sahiplerinin Ebû Hüreyre’den (r.a.) rivayet ettikleriهو
الطهور ماؤه، الحل ميتته = Deniz suyu tâhirdir, meytesi de helâldir" hadîsini aynı
sebeple Buhârî'nin tashîh ettiğini Tirmizî'den naklederek bildirmiştir.
Bu hadîs-i bahrin senedindeki "Saîd İbn-i Seleme" hakkında
hâsıl olan şüphe ve cehâletten dolayı ehl-i hadîs bunu taz'îf ve ta'lîl etmiş
iken İmâm-ı Buhârî, ehl-i ilmin bu hadîs ile amel ettiklerini görerek
senedindeki za'fa rağmen tashîh etmiştir. (Fethü'l-Kadîr, 1/48) Tirmizî
Sünen'inde Muhammed İbn-i İsmail Buhârî'den hadîs-i bahri sordum. "Hadîs-i
sahihtir" diye cevâb verdi, diyor.
Yine İbn-i Abdi'l-Ber, Temhîd'inde(6) Hazret-i Câbir'in bir dînârın
yirmi dört kırata müsavatı hakkındaki hadîsi de böyledir.
Bu da nâsın icmâına bakılarak Abdullah İbn-i Mübarek tarafından kabul
ve nakledilmiş ve üstâd Ebû İshâk'ın da mazhar-ı tahsîni olmuştur, diyor.
İşte bunlar gibi birçok âsâr ve ahâdîsin, ümmetin kabulüne mazhar
olduğuna bakılarak ehl-i ilim tarafından tashîh edildiğine göre mevzuu bahsimiz
olan İbn-i Abbâs'tan rivayet edilen teravih hadîsinin de sıhhatine
hükmedebiliriz. Buhârî ve Abdullah İbn-i Mübarek gibi eimme-i hadîs, ulemâ ve
sâlihînin telâkkîleriyle hadîs tashîh edince, Hulefâ-yi Râşidîn'in, Sâhâbe ve
Tâbiî'nin ve bunca eimme-i dînin icmâına bakarak ve ahîren bu mühimme-i
ilmiyyeyi, Süyûtî gibi rivayet ve dirayeti nefsinde cem' eden eimme-i kiramın
bir muâdele-i ilmiyye hâlinde eserlerinde tesbît eylediklerini görerek:
"İbn-i Abbâs'tan mervî teravih hadisi sahihtir" demekte tereddüd
etmeyiz. Hiç şübhesiz ki, teravih hadîsinin tashihi, hadîs-i bahr'in
tashihinden daha haklı ve hadîs-i Dînâr'ın tahsîninden çok daha ehemmiyetlidir.(7)
4) 592 rakamıyla tercümesi gelecek olan Hazret-i Âişe hadîsi ile İbn-i
Abbâs hadîsi arasında tearuz vardır, sahîh ve râcih olan alınır, zayıf ve
mercûh olan bırakılır, denilmek de muvafık değildir. Evvelâ bu iki rivayet
arasında tearuz yoktur. Çünkü Hazret-i Âişe'nin haberi, teheccüd namazına,
İbn-i Abbâs rivayeti ise teravih namazına müteveccihtir. Bunu, Hazret-i Âişe
hadîsinin sûret-i sevkinden öğreniyoruz. Şöyle ki: Hazret-i Âişe'nin râvîsi Ebû
Seleme İbn-i Abdurrahmân, Ramazân-ı şerifin hususiyetini nazar-ı dikkate alarak
ve Ramazan'da Resûl-i Ekrem'in teheccüd namazının aded-i rekeâtını
arttıracağını düşünerek Hazret-i Âişe'den Ramazan'da Resûl-i Ekrem'in kıldığı
teheccüd namazının kemmiyet ve keyfiyetini sormuş, o da: "Resûl-i Ekrem,
ne Ramazan'da, ne de başka gecelerde on bir rek'at üzerine ziyâde
etmemiştir" diye cevâp vermiştir. Hazret-i Âişe hadîsinin bu sûret-i sevki
ve Sıddîka-i müşârün-ileyhâ tarafından: "Bu namazın güzelliğinden ve
uzunluğundan ne sizin sormanıza, ne de benim tasvir ve beyânıma lüzum
vardır" denilmesi de delâlet ettiğini bu hadîsin şarihleri bildirmektedir.
İbn-i Abbâs hadîsi ise münhasıran Ramazan'da Resûl-i Ekrem'in kıldığı
teravih namazına âittir. Şüphesiz ki, teheccüd namâzı ile teravih namazı
arasında zaman-ı edaları cihetiyle fark vardır. Teravih namazı gecenin önünde,
sülüs-i evvelinde(ilk üçtebir) kılınır, teheccüd namazı ise sülüs-i ahirinde(son
üçtebir). Yukarıda Ebû Zer hadîsinde görmüştük ki, Resûl-i Ekrem Efendimiz'in
cemâatle kıldıkları ilk teravih namazını gecenin birinci sülüsünde kıldırmıştı.
İkinci gece, gece yarısına, üçüncü gece de fecre yakın zamana kadar
uzatmışlardı. Her üç gecede de mebde-i salât gecenin evveli idi. Bu sebeble
fukahâdan bâzıları teravihi gecenin sülüs-i ahirine kadar te'hîr etmekte
kerahet görmüşlerdir. Bu nokta-i nazardan, bazı ehl-i ilim, Hazret-i Âişe
hadîsinin teheccüd namazına, İbn-i Abbâs hadîsinin de Ramazan namazına âit
olduğu kanâati ile her iki haber arasında tearuz bulunmadığını kabul
etmişlerdir.
5) Muvatta’ şerhinde Bâcî(8) ve daha bazı ehl-i fıkıh ve hadîs,
Hazret-i Âişe hadîsinin de teravih namazına âit olduğunu kabul ederek Hazret-i
Âişe, Resûl-i Ekrem'in birçok gecelerde kıldıkları teravih namazını, İbn-i
Abbâs ise bazı gecelerde kıldıkları teravih namazını bildirmiştir, diyerek her
iki haberi te'lîf etmişlerdir.
Atîdeki ahbâr ve âsârın irşâd ve delâletleri ile Resûl-i Ekrem'in
yirmi rek'at kıldığı bu bazı gecelerin, Ramazân'ın aşr-i ahîri, yâni son on
gecesi dâhilinde olduğu neticesine varabiliriz. Bu en mevsuk haberlerin
tercümeleri hurûf-u hecâ sırasiyle bervechi atîdir:
A) Aşağıda 958 numara ile tercümesi gelecek olan hadîste görüleceği
üzere Hazret-i Âişe Ramazân-ı Şerîf'in aşr-i ahîrinde Resûl-i Ekrem'in ahvâl-i
seniyyelerinin tamâmiyle değiştiğini bildirerek diyor ki: Ramazân'ın aşr-i
ahîri girince Nebî (s.a.s.) aile hayâtından tecerrüd ederek kendisini tamâmiyle
ibâdete verir, geceleri baştanbaşa ihya ederdi. Aile efradını da (namaz ve
ibâdet için) uyandırırdı.
B) Tirmizî ise, sıhhatine ve hüsnüne işaret ederek bu hadîsi, Hazret-i
Âişe'den şöyle rivayet ediyor: "Resâlullâh (s.a.s.) ramazân'ın aşr-i ahîrinde
namaz ve ibâdet hususunda sâir gecelerdeki mesaîlerinden fazla meşgul
olurdu."
C) Tirmizî'nin Alî İbn-i Ebî Tâlib (r.a.)'den rivayetinde Hazret-i Alî
demiştir ki: Resûlullâh (s.a.s.) Ramazân'ın aşr-i ahîrinde bütün aile halkını
gece (ibâdet için) uyandırırdı.
D) Muhammed İbn-i Nasr-ı Mervezi'nin Zeyneb bint-i Seleme’den (r.anhâ)
rivayetinde, Zeyneb: "Ramazan'dan on gün kalınca Nebî (s.a.s.), aile
halkından, namaz kılmağa muktedir olabilenlerin hepsini namaza kaldırırdı. Hiç
birisini bırakmazdı" demiştir.
E) Tercümeleri 664, 959. numaralarla gelecek olan Âişe ve Ebû Hüreyre
(r.a.) hadîslerinde de Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem, Ramazân'ın
aşr-i ahîrinde hayatî gailelerden kâmilen tecerrüd buyurdukları görülecektir.
F) Yukarıda Buhârî'nin Zeyd İbn-i Sabit (r.a.)'den Tahâvî ile Sünen-i
Erbaa sahiplerinin Ebû Zerr-i Gıfârî (r.a.)'den rivayetlerinde, Resûl-i
Ekrem'in Ashabına kıldırdıkları teravihlerin Ramazân'ın aşr-i ahîrine müsadif
olduğunu da görmüştük.
Bu rivayetlerin hey'et-i umûmiyesi, İbn-i Abbâs'tan rivayet edilen ve
Hazret-i Âişe hadîsi ile te'lîf edilerek bazı gecelerde kıldığı bi'l-ictihâd
tahmin edilen bu yirmi Rek'at teravihlerin Ramazân'ın aşr-i ahîrine müsadif
gecelerde kılınmış olduğunu hatırlatıyor. Nasıl ki, İbn-i Âbidîn de: Hazret-i
Âişe, ekser ahvâldeki salât-ı Nebî'yi haber vermiştir. İbn-i Abbâs rivayeti
ise, Hazret-i Resûl'ün iki gece kıldırdığı teravih namazına âiddir, diyor.
6) İbn-i Abbâs hadîsinin müeddâsı (teravih namazının 20 rekat olduğu),
Hulefâ-yi Râşidîn'in sünneti, Ashâb-ı Kirâm'ın icmâı ve başta akdemü'l-eimme
Ebû Hanîfe Hazretleri olduğu halde bütün eimme-i müctehidîn hazarâtının ârâ(görüşleri)
ve ictihâdlarıyla müeyyed olduğundan, sıhhatinden bir ân için sarf-ı nazar
edilse bile ihticâc edilecek mes'ele, ferâiz ve vâcibâttan olmayıp fezâil ve
nevâfil cümlesinden bulunduğu için bu derece-i za'fı ile beraber yine İbn-i
Abbâs hadîsi ile pekâlâ istidlal edilebilir. Çünkü ehl-i ilim, hadîs-i sahîha
muarız olmadıkça fezâilde hadîs-i zaîf ile amel etmişlerdir. İbn-i Abbâs hadîsi
ile rivâyât-ı sahîha arasında tearuz olmadığını biraz evvel mütâlâa etmiştik.
Buraya kadar teravihin devr-i içtihada âit olan vaz'iyyet-i
şer'iyyesini îzâh için aded-i rekeâtı hakkında İbn-i Abbâs hadîsine tevcih
edilen şüpheleri izâle ve bununla istidlal tarîkini irâe etmiş bulunuyoruz.
Şimdi ikinci tarîk-ı istidlali göreceğiz.
İbn-i Hümâm ve
Emsali Eimme-i Fıkhın Sûret-i İstidlalleri:
Hanefî ve Şâfiî fukahâsının en güzîde simalarından bir kısmı teravih
namazının yirmi rek'atini şu suretle isbât ediyorlar: Ramazân'da üç rek'at
vitir namazı ile beraber sekiz rek'at teravih namazının cemâatle kılınması,
Hazret-i Âişe ve Câbir hadîslerinin bildirdiği üzere fi'l-i Peygamberî'ye
müstenid Sünnet-i Nebeviyye'dir. Esâs itibariyle Sünnet, Resûl-i Ekrem'in devam
buyurdukları veyahut işlemeye devam ederken bir mâniin araya girmesi ile
terkeyledikleri umûrdur. Bu sekiz rek'atin üst tarafı yukarıda îzâh olunduğu
üzere Ashâb'dan Sâib İbn-i Yezîd (r.a.) ile Tâbiî ricalinden Yezîd İbn-i
Rûmân'dan rivayet edilen âsâr ile sabit olduğu üzere Hulefâ-yi Râşidîn'in
sünnetidir. Ve عليكم بسنتى وسنة الخلفاء الراشدين من
بعدى = Benim sünnetime, benden sonra da Hulefâ-yi
Râşidîn'in sünnetine ittiba etmeniz vâciptir" hadîs-i sahîhi mucibince
Hulefâ-yi Râşidîn'in âdet-i aliyyelerine ittiba' etmek bir vecîbe-i şer'iyyedir
ki, müstehab unvân-ı fıkhîsi ile yâd olunur. Binâenaleyh teravih namazının
sekizi sünnet-i râtibedir, on iki rek'ati müstehabdır.
Bunun hâricde bir misâl ve nazîri yatsı namâzının farzından sonraki
dört rek'at nafiledir ki, bunun iki rek'ati Resûl-i Ekrem'in ale'd-devâm
kıldıkları ve ümmetine de kılmalarını emir ve vasiyyet buyurdukları sünnet-i
râtibedir. Dört rek'at kılınması müstehabdır. Şöyle ki: Hazret-i Âişe’den
(r.anhâ) rivayet edilen ve ehl-i hadîs ile fukahâ arasında "Musâbere
hadîsi"(9) unvâniyle yâd olunan bir hadîs-i şerîfte Resûl-i Ekrem
Efendimiz ümmetine yatsı namazının farzından sonra iki rek'at nafile namaz
kılan kimseye Cennet'te bir köşk ihsan buyurulacağını bildirmiştir. Musâbere,
müdâvemet demektir. Musâbere hadîsini Buhârî'den başka birçok ehl-i hadîs
Ümmü'l-Mü'minîn Ümmü Habîbe radiyallâhu anhâ'dan da rivayet etmişlerdir.
Bunlardan başka 509 numara ile tercümesi geçen İbn-i Ömer (r.a.) hadîsinde de
yatsı namazından sonraki nafile, iki rek'at olarak bildirilmiştir. Gerek bu
vücûh-i rivâyâttan ve gerek metn-i hadîsteki "Musâbere" unvânından
Resûl-i Ekrem Efendimiz'in yatsının farzından sonra iki rek'at nafile kılmaya
devam buyurdukları istifâde edilmiş ve bu iki rek'at nafile sünnet-i râtibe
olarak taayyün etmiştir.
Yine Âişe radiyallahu anhâ'dan gelen diğer bir rivayet tarîkında ise
yatsının farzından sonra Resûl-i Ekrem'in dört rek'at nafile kıldıkları
bildirilmiştir: Hazret-i Alî'nin kibar ashabından Şüreyh İbn-i Hânî demiştir
ki: Âişe radıyallâhu anhâ'ya Resûlullâh’ın (s.a.s.) nafile namazını sordum da
Hazret-i Âişe: "Yatsının farzından sonra Hazret-i Resul, kat'iyyen
mescidde namaz kılmamıştır. Resûl-i Ekrem, benim odama gelirdi. İçeri
girdiğinde odamda dört, yahut altı rek'at nafile kılardı" diye cevâb verdi
(Bahr-i Râik).
Fakat yukarıdaki vücûh-i rivâyât daha kuvvetli ve böyle dört rek'at
kılmaya devam buyurulduğuna muarız bulunduğundan Hazret-i Âişe'den, Şüreyh
İbn-i Hânî tarikiyle gelen bu rivâyet-i ahire ancak istihbâb ifâde
edebilmiştir. Müşebbeh-i bihi bu veçhile îzâh ettikten sonra İbn-i Hümâm ve
emsali diyorlar ki:
Bunun gibi teravih namâzının sekiz rek'atı rivâyât-ı sahîhaya istinâd
ettiği için sünnet-i râtibedir, yirmi rek'at kılındığına dâir İbn-i Abbâs'tan
menkûl olan rivayetin za'fına mebnî Hulefâ-yi Râşidîn'in sünneti olarak kabul
edilip müstehab denilmiştir. Bu sebeble Ebû'l-Hasen Muhammed Kudûrî, Muhtasar-ı
Mu'teber'inde: "Teravih namazı müstehabdır" demiştir. Yine îzâh
ettiğimiz aynı sebepten dolayı "Hidâye" sâhibi de "Teravih
namazı sünnettir" demiş. Fakat ne Kudûrî sâhibi yirmi rek'atın hepsini
müstehab addetmiştir; ne de sâhib-i Hidâye yirmi rek'atın hepsi sünnettir demek
istemiştir. Mezheb-i Hanefî'nin bu iki imâmı Hanefî fıkhının medâreyni olan
metinlerinde tağlîb tarikiyle müstehab veya sünnet unvanını vermişlerdir. Şu
kadar ki, Hidâye sahibinin sünnet ta'bîrinde tağlîb daha zâhirdir. Ve sâhib-i
mezheb Ebû Hanîfe Hazretlerinin yukarıda îzâh olunduğu üzere sünnet-i müekkede
ta'bîrine daha uygundur. Bir de böyle tağlîblerde inde'l-ıtlâk(mutlak ifade
edildiği zaman) kuvvetli taraf iltizâm edilip zikredilir. Fi'l-i Nebevî'nin,
fi'l-i Sahâbî'den efdal ve akvâ(kuvvetli) olduğu aşikâr bulunduğuna göre,
tağlîben sünnet denilmesi münâsibdir.
Üçüncü bir medâr-ı tercîh olan cihet de Hidâye sahibinin sünnet
ta'bîri, cemâati teravihe teşvik ve tergîbi mütezammın olmasıdır.
İbn-i Hacer de bu tarîk-ı istidlali beğenmiştir. Sebep olarak da
diğerleri gibi İbn-i Abbâs hadîsinin za'fını ve buna mukabil icmâ-ı Sâhâbe
delilinin daha kuvvetli olduğunu gösteriyor.
Teravih namazının yirmi rek'at olduğu hakkındaki ikinci tarîk-ı
istidlale de burada nihâyet veriyoruz. Bir gayeye turuk-u müteaddide ile
varılabilir. Turuk-u istidlalin taaddüdü, ilmî gayenin kuvvetini arttırır. Her
iki tarîk-ı istidlali tâkib eden eimme-i kiram, birer sirâc-ı ümmet ve meş'al-i
hidâyettir. Her mes'elede olduğu gibi teravih hususunda da bize rehberlik edip
bu mübarek namazın Asr-ı Saâdet'teki, Hulefâ-yi Râşidîn devrindeki, sonra da
karn-ı selefteki devam edip gelen vaz'iyyet-i ilmiyyeleri gün gibi aşikâr
göstermişlerdir نَوَّرَ
اللهُ مَرَاقِدَهُمْ
Mezâhib-i Erbea Eimmesinin Hulâsa-i Müctehedâtı:
Şemsü'l-Eimme Ebû Hanîfe Hazretlerinin teravih hakkındaki nokta-i
nazarlarını yukarıda İmâm Ebû Yûsuf'un bir suâline verdiği cevâbından
öğrenmiştik. Bu nokta-i nazarını diğer bir tilmizi Hasen İbn-i Ziyâd da rivayet
edip: "Teravih, terki câiz olmayan bir sünnettir" demiştir. Sadr-ı
Şehîd, bu kavl, kavl-i sahihtir, demiştir. "Attâbî",
Cevâmiü'l-Fıkh'ında(10) teravih namazı bizatihi sünnet-i müekkededir. Cemâatle
edası ise vâciptir, demiştir. Her halde bu büyük Hanefî fakîhi İmâm-ı A'zam'ın:
"Teravih namazı terki câiz olmayan bir sünnet-i müekkededir"
suretindeki müekked hükmün kuvvetini vücûb ile ifâde etmiş bulunuyor. Nâtıfî'de(11)
Ravzatü'l-Hanefiyye'de cemâatin fazîlet olduğunu, Zahîre'de de ekser meşâyih-i
Hanefiyye'den kifâyeten sünnet-i müekkede içtihadı rivayet edilmiştir.
Teravihin gerek cemâat ve gerek aded-i rekeât gibi ahkâm-ı
esâsiyesinde İmâm-ı Şâfiî ve İmâm-ı Ahmed İbn-i Hanbel de Ebû Hanîfe'nin
içtihadına iştirak etmişlerdir. Kâdî Iyâz: Cümhûr-u ulemâdan menkûl olan da
budur, demiştir. Eimme-i metbûînden(kendilerine tabi olunan imamlar)
hiçbirisinin yirmi rek'atten noksan teravih ihtiyar ettiği bildirilmiyor.(12)2 Yirmi
rek'atten fazlası ise esasen nevâfilde ziyâde için bir hadd-i muayyen
olmadığından mücâzdır. Ziyâde hakkında İmâm-ı Mâlik Hazretlerinin mezhebini
görüyoruz. İmâmü'l-Medîne bu babda ehl-i Medine'nin ameline istinâd etmiştir.
Maamâfih bu on altı rek'at teravih değildir. Mutlak bir nafile namazdır.
Yukarıda Muhammed İbn-i Nasr'ın Hârre vak'asından evvel Medine'de,
Medine halkının otuz altı rek'at teravih kıldıklarını rivayet ettiğine ve bu
dilsûz vak'anın altmış üç Hicret senesinde vuku' bulduğuna göre, İmâm-ı
Mâlik'ten bir asır evvel Medine'de bu suretle teravih kılınmaya başlandığı
anlaşılır. Fıkıh ve siyer kitablarında tezyîd-i rek'atın sebep ve saiki şöyle
bildiriliyor:
Mekkeliler Harem-i Şerifte teravih kılarken teravihin her tervîhasında
bir kere tavaf etmek ve müteakiben iki rek'at tavaf namazı kılmak i'tiyâdında
idiler. Mekkelilerin bu fazîletkârâne hareketlerine gıbta eden Medîne-i
Münevvere ahâlîsi de Mekkelilerin tavaflarına ve tavaf namazlarına muâdil olmak
üzere her tervîhada dört rek'at nafile kılmayı kabul etmişler. Şu kadar ki
Mekkeliler, beşinci tervîhada yâni teravih namazının hitâmı ile vitir namazı
arasındaki son tervîhada tavaf etmediklerinden Medîneliler de bu son tervîhadan
sonra nafile kılmamışlardır. Dört tervîhada dörder rek'at olarak kılınan on
altı rek'at nafile, asıl teravihe zammedilince otuz altı rek'ate bâliğ olur. Üç
rek'at vitir namazı ile otuz dokuz rek'at eder. İşte ötedenberi devam edegelen
bu amel-i ehl-i Medine'yi(Medine ahalisinin uygulaması) İmâm-ı Dârü'l-Hicre
Hazretleri delîl olarak kabul ettiğinden Mâliki mezhebinde teravihin aded-i
rekeâtı on altı rek'at nafile ile beraber bu derece yükselmiş bulunuyor. Bu
babda eimme-i selâsenin yirmi rek'at hakkındaki ictihâdlarını müdâfaa eden
şârih Aynî; Ashâb-ı Kirâm'ın müstemirren devâm edip gelen ameli, ittiba için,
ehl-i Medine'nin amelinden daha evlâdır, diyor. Tervîhalarda zikrullâh ile,
salât ve selâm ile, her nevi' ibâdât ve tâat ile iştigâl edildiği için sâir
mezheb imamlarına göre de tervîhalarda nafile namaz kılınabilir. Şu fark ile
ki, Mâlikîlerin kıldığı gibi cemâatle değil, münferiden kılınır. Mezheb-i
Hanefî'de; cemâat, yalnız teravihin husûsiyetlerindendir.
HÂTİME: Teravih namazının gerek mâhiyyet-i esâsiyesi, gerek cemâatle
edası ve aded-i rekeâtı hakkındaki izahımıza burada nihâyet veriyoruz. Bu
neş'eli ibâdetimizin sâir ahkâmını Kitâb-ı Savm'ın bir lahikası olarak gelecek
olan husûsî bahsinde îzâh edeceğiz. Buradaki izahımızın bu kadar uzamasının
sebebi, bu bahsin başlangıcında da arz olunduğu üzere Hazret-i Âişe'nin,
Resûl-i Ekrem'in teheccüd namazı hakkındaki sekiz rek'at rivayetini teravih
zanneden bazı kimselerin: "Hazret-i Peygamber sekiz rekatten fazla teravih
kılmamıştır. Bundan fazlası matlûb-u Şâri' değildir" diye ortaya bir şüphe
koyduklarını teessüfle duyduk. Mübarek Ramazân'ın şerefli gecelerinde şevk ve
heyecan ile edâ ettiğimiz bir ibâdetimizin rek'atleri hakkında kulûb-ı sâfiye-i
müslimînde şüphe uyandırmak ne kadar büyük bir günâh ise, bunun ilmen izâlesi
de o nisbette büyük bir vazife idi. Bu bâbda muharrir-i âcizi irşâd eden ve bir
hayli me'haz-i ilmiyyeyi(ilmî kaynaklar) zengin kütüphânelerinden göndermek
lütfunda bulunan Bay A. Hamdi Akseki arkadaşımıza samimî teşekkürler sunarım.
Şimdi teravih hakkında saydığımız bunca âsâr ve ahâdîs ile, fikhî
tedkîkat ile Ümmet-i İslâmiyye'nin sadr-ı İslâmdan beri îfâ edegeldiği bir
ibâdet hakkındaki bütün şüpheleri izâle etmiş bulunuyoruz. Tevfîk ise, Cenâb-ı
Hak'tandır.
Dipnotlar
1) Kârî, yânın teşdidiyle "Kare" kabilesine mensûb demektir.
Bu zât, Hazret-i Ömer'in beytülmâl emîni idi. Bâzıları Abdurrahmân'ın sohbet-i
Nebevî'ye nail ve binâaenaleyh Sahâbe'den olduğunu rivayet etmişlerdir.
Kendisinden Sâib İbn-i Yezîd'in rivayeti vardır. Sâhib-i tercüme de Ömer ve Ebû
Talha'dan rivayet etmiştir. Merviyyâtı yetmiş sekiz hadisten ibarettir. İbn-i
Maîn sikadır, der. İbn-i Sa'd, Abdurrahmân'ın seksen Hicrî yılında seksen
yaşında Medine'de vefât ettiğini bildirmiştir (Hulâsa ve Aynî).
2) Sâib İbn-i Yezîd radiyallâhu anhümâ Sahâbî oğlu Sahâbî'dir. Sâib,
pederi Yezîd ile beraber Haccetü'l-Vedâ'da bulunmuştur. O zaman Sâib yedi
yaşında idi. Hicret'in seksen altı veyahut doksan bir târihinde Medîne-i
Münevvere'de vefat etmiştir. Sehl İbn-i Sa'd de Medine'de doksan bir târihinde
vefat ettiğinden her ikisinin de Medine'de son vefat eden Sahâbî olması îcâb
eder. İbn-i Sa'd Tabakât'ında Sâib'in târîh-i vefatı ihtilaflıdır. Sehl ise
bilâ-hilâf Medine'de son vefat eden Sahâbî'dir, demiştir. (Hulâsa: 113, 133).
3) Aliyy-i Kâri: "Hazret-i Übey ile Temîm Dâri'ye münavebe ile
kıldırırlardı yahut teravih rek'atlerinin bir kısmını birisi, bakîsini de
obürüsü kıldırmış olacaktır. Çünkü kadınlar için de Süleyman İbn-i Ebî Hasme'yi
imâm tâyin etmişti" diyor.
4) Atâ' İbn-i Ebî Rebâh, kibâr-ı Tâbiîn'dendir. Mekke'nin fakîhi ve
müftîsi idi. İbn-i Abbâs radıyallâhu anhümâ'nın vefatından sonra Mekke'de
riyâset-i ilmiyye, Atâ'nın şahsında tekarrur etmiştir. Hattâ İbn-i Abbâs
Hazretleri sağlığında kendisinden dînî mes'eleler sorulduğunda: Ey Mekkeliler!
Aranızda Atâ' gibi bir âlim varken benim başıma neye toplanıyorsunuz, der idi.
Abâdile-i erbaa'dan, Üsâme İbn-i Yezîd'den, Hazret-i Âişe'den, Ebû Hüreyre'den,
Ümmü Seleme'den radıyallâhu anhüm hadîs rivayet etmiştir. Kendisinden de pek
çok Tâbiî rivayet etmiştir.
İmâm-ı Ebû Hanîfe, Atâ'dan faziletli bir âlime rast gelmedim, der idi.
Atâ', şahsen çolak, şaşı bir Habeşî idi. Fakat ilmen ve ahlâkan hâiz olduğu
fazileti, ona, ulûm-ı İslâmiyye târihinde sahifeler ayırmıştır. Yetmişten fazla
haccetmiştir. Hazret-i Osman'ın devr-i hilâfeti sonlarında doğmuş ve yüz on
dört veya yüz on beş târihinde Mekke'de vefat etmiştir (Aynî, 1/519 ve Hulâsa,
125).
5) Kâmûs mütercimi Âsim Molla (Hârre) kelimesinde şu izâhı veriyor:
Hârre, zâhir-i Medine'de taht-ı vâkımda bir mevzi'dir ki, anda ikinci Emeviyye
hükümrânı olan Yezîd vaktinde bir vak'a olmuştur. Yezîd tarafından Nehb-i
Medîne ve istîsâl-i Ashâb için Mesleme İbn-i Ukbe varıp hasâret-i külliye
cesaret eylemiştir.
İbn-i Hacer Heytemî de bu zulüm ve i'tisâf sırasında Mescid-i
Saâdet'te ezan okunamamış bulunduğundan Hücre-i Saâdet'ten ezan sesi
yükseldiğini rivayet ederek Resûl-i Ekrem'in Merkad-i Mubârekinde ebedî bir
hayâta mazhar bulunduğuna istidlal ediyor.
6) Temhid'in asıl adı تمهيد لما فى
الموطأ من المعانى والاسانيد ’tir. Hâfız Ömer İbn-i
Abdi'l-Berr'in en kıymetdâr âsârındandır. İbn-i Hazm Temhîd için fıkıh ve
hadîste nazîrini görmedim, diyor. Sonra İbn-i Abdi'l-Ber, Temhîd'i ihtisar
ederek "İstizkâr"ı yazmıştır. Buna da (الاستذكار
لمذاهب ائمة الامصار) adını vermiştir. İbn-i Abdi'l-Berr'i dünyâya tanıtan
bu muazzam eserleridir.
7) التعليق الصبيح شرح مشكاة المصابيح: ج 2
، ص 105
8) Bâcî, Ebü'l-Velîd, Süleyman İbn-i Halef’tir. "Bâce" cîm-i
hafife ile Endülüs'te bir şehir veyahut Afrika'da bir köydür ki, sâhib-i
tercüme oraya nisbetle şöhret-şiârdır. Bâcî'nin bu eserinin adı
"Müntekâ"dır. Ve İbn-i Abdi'l-Berr'in "Temhîd"inin ihtisar
edilmiş bir nümûnesidir. Esasen Endülüs'ün bu iki yüksek siması muasırdırlar.
İbn-i Abdi'l-Ber 463, Bâcî 471 târihinde vefat etmiştir (Keşfü'z-Zünûn ve
Lübbü'l-Lübâb).
9)
روى الترمذى وابن ماجة عائشة رضى
الله عنها قالت؛ قال رسول الله صلى الله عليه وسلم: من ثابر على اثنتى عشرة ركعة
من السنة بنى الله بيتا فى الجنة: اربع ركعات قبل الظهر وركعتين بعدها وركعتين بعد
المغرب وركعتين بعد العشاء وركعتين قبل الفجر. وروى الجماعة الا البخارى من حديث
ام حبيبة بنت ابى سفيان انها قالت (سمعت رسول الله صلى الله عليه وسلم يقول: ما من
عبد مسلم يصلى لله فى كل يوم اثنى عشرة ركعة تطوعا من غير الفريضة الا بنى الله
بيتاً فى الجنة) وزاد الترمذى والنسائى؛ (أربعًا قبل الظهر وركعتين بعدها وركعتين
بعد المغرب وركعتين بعد العشاء وركعتين قبل الصلاة الغداة) فتح القدير والبحر
الرائق.
10) Attâbî: Ebû Nasr, Ahmed İbn-i Muhammed'dir. Kibâr-ı Hanefiyye'den
âlim bir zâttır. Yukarıda zikrettiğimiz Cevâmiü'l-Fıkh'ı, Fetâvâ-yi Attâbiyye
denilmekle ma'rûftur. Ve dört büyük cildi muhtevidir. Te'lîfâtı cümlesinden
birisi de "Şerh-i Ziyâdât"tır ki: Attâbî bu şerhinde hiçbir şârihe
müyesser olmayan müstesna bir tarzda bütün mesâil-i fıkhiyyeyi tetkîk etmiştir.
Abdü'l-Hayy-i Leknevî Şerh-i Ziyâdât’ı mütâlâa ettiğini bildiriyor. İmâm-ı
Muhammed'in Câmi-i Kebir ve Câmi-i Sağîr'ini de şerhetmiştir. Mükemmel bir de
tefsîr yazmıştır. Binâenaleyh teravihin cemâatle edası vâciptir, suretinde
kuvvet ve kat'iyyet ifade eden hükmü, hürmetle kabule şâyân bir sîmâ-yi
ilmîdir. 582 târihinde vefat etmiştir. Attâb Buhârâ'da bir mahallenin adıdır
(Keşfü'z-Zünûn: G. 1, S. 312 ve Fevâid-i Behiyye Sa. 36.)
11) Nâtıfî'nin Ravza'sı fürû-ı Hanefiyye'ye dâirdir. Küçük, fakat
nâdir mes'eleleri ihtiva etmesi cihetiyle kıymetli bir eserdir. Fürû-ı
Şâfiiyye'ye dâir de Abdü'l-Kerîm Râfiî'nin bir Ravzası vardır. Nâtıfî 446
târihinde vefat etmiştir. (Keşfü'z-Zunûn: C. 1. Sa. 449)
12) ألفتح الملهم شرح صحيح
مسلم: