30 Haziran 2017 Cuma

Ramazan’dan geriye ne kaldı?


Başlıkta, “Ramazan ve oruç bize neler öğretti?” veya “Ramazan’da neler kazandık?” da diyebilirdik.

Ramazan, hakkını veren insanlara pek çok şey öğreterek bir sene sonra, hem de on gün erken gelmek üzere veda edip gider. Biz de onun bize öğrettiği hususları hayatımıza taşıyarak gelecek sene onu daha iyi karşılamak için onunla vedalaşırız. Zamanın on iki parçasından biri olan Ramazan ve bu ayda tuttuğumuz oruç bize çok şey öğretir ve güzellikler kazandırır.

Oruç, sadece Allah’ın rızasını kazanmak için yapılan bir ibadettir. Mükâfatını Allah verecektir. Bu yüzden oruçta riya olmaz. Allah’ın “oruç sadece benim içindir, benim için tutulur” buyruğuna rağmen başka amaçlarla oruç tutanlar, orucu gösteri haline getirenler orucun asıl hedefini gerçekleştiremeden Ramazan ayı biter, gider.

Günahlardan bir ay uzak durabiliyorsak; her zaman kaçınabiliriz

Kelime olarak, bir şeyden uzak durmak, kendini tutmak manalarına gelen oruç, hakkı verilerek tutulmuşsa insana çok şey kazandırmış demektir. Mü’min Ramazan'da yeme içme gibi beşeri ihtiyaçlarından belli bir zaman için uzak durduğu gibi orucunu manen sakatlayan, yalan, iftira, gıybet, kul hakkı… gibi kötülüklerden de uzak durur. Bir ay boyunca yalan söylemeyen, iftira atmayan, gıybete girmeyen, dedikodu yapmayan, hakaretten uzak duran bir insan, bunları hayatının tamamında da yapabileceğini, yalan söylemeden, gıybete girmeden yaşamanın mümkün olduğunu öğrenmiş olur. Bu tür alçak vasıflardan bir ay uzak duran bir kimse Ramazan'dan sonra bu tür günahlardan uzak kalma suresini uzatmayı isteyecek ve uzatacaktır.

Ramazan ayı yaşandı ve seneye bir daha hayatımıza girmek üzere veda edip gitti. Ramazan orucu bize farkında olduğumuz olmadığımız pek çok şey kazandırmıştır. Hiç değilse Cenâb-ı Hakk’ın üzerimizdeki bunca nimetlerine karşılık bir çeşit “şükür vazifemizi yaparak nankörlerden yazılma cürmünden kurtulmuş olduk.

Kur’ân’a daha fazla zaman ayırabileceğimizi öğrendik
Kur’ân okumak bazılarımıza zor gelebilir. Fakat Ramazan'da gerek ferdi gerekse bir grup içinde mukabeleye devam ederek Kur’ân’a daha yakın ve samimi olduk. İnsan isterse her iki hayat için de rehber olan Kur’ân’a zaman ayırabileceğini Ramazan’da uygulamalı olarak görür. Kur’ân’ın lafzına zaman ayırdığımız gibi muhtevasına, bize ne anlattığına da zaman ayırmak gerektiğini Ramazan ortamında daha çok hissettik. Bu durum, Ramazan sonrası Kur’ân’la ilgilenmek için tetikleyici olacaktır.

Bitmez gibi gelen “kaza namazları” bitebilir

İnsan olarak kaçırdığımız, gafletle kılamadığımız namazlarımız vardır. Hele bunların sayısı çok ise, “bitmez” diye hepten ümitsizliğe düşmemiz mümkündür. Ramazan'da kıldığımız teravih namazıyla üzerimizdeki kaza namazlarını tamamlamanın mümkün olduğunu, bunun zor olmayacağını öğrendik. Zira bir ay boyunca yatsı ve vitir hariç her gün 20 rekât Teravih namazı kıldık. Bir günlük kazası olan kimsenin kılacağı namaz da bir teravih namazı kadar, yani 20 rekâttan ibarettir. Ramazan'da günlük ibadetlere ek olarak 20 rekât Teravih kılmakla belli bir takvime bağlayarak kaza namazlarını tamamlayabileceğimizi görmüş olduk. Üstelik kaza namazları için gecenin belli bir saati değil, durumumuza göre günün daha elverişli bir zamanını seçmek de mümkündür.

Sabrı öğrenip pekiştirdik Ramazan’da

Oruçla sabrı da öğrenmiş olduk. Zira oruçluyken her türlü imkâna rağmen iftar vakti gelmeden yemeye elimizi uzatamadık. Sabır eğitiminde oruç bize pek çok şey kattı. Ramazan'dan sonra da diğer Ramazan’a kadar bunları kaybetmeden devam ettirmek gerekiyor. Ramazan’da oruçla, arzuların sadece Allah’ın emriyle ve O’nun rızasını kazanmak için ertelenebileceğini, önümüzdeki yemeğe “yiyebilirsiniz” izni gelinceye sabredebileceğimizi öğrendik.

Mideye kulluktan(!) kurtulduk

Ramazan'da midemizin kulu ve cinsel arzuların esiri olmaktan uzak bir süre geçirdik. Hem mideye hem de cinsel arzulara hâkimiyet için iyi bir eğitim dönemi olan Ramazan, sonrasında yaşanacak düzgün bir hayat için girişi mahiyetindedir. Giriş iyi olunca devamı da iyi gelecektir.

Ramazan disiplinli yaşamayı öğretir

Oruç belli oranda da olsa disiplinli yaşamayı ve düzenli beslenmeyi öğretti. Zira normal zamanlarda istediğimiz zaman yiyip içerken Ramazan'da yemek yiyeceğimiz saat neredeyse sabitlendi. Özellikle akşam yemeği hep aynı saatlerde yenildi. Dolayısıyla yeme ve içme gibi ihtiyaçları karşılamanın planlı hale getirebileceğini öğretti oruç ve Ramazan.

İhtiyaçlarımız sınırsız değil...

Ramazan bize ihtiyaçlarımızın sınırsız olmadığını da öğretti. Sınırsız denilen ihtiyaçların, aslında alışkanlıkların bize zorladığı, olmasa da olur türünden şeyler olduğunu öğrendik Ramazan ve oruçla.

Prensiplerimize uygun yaşamayı öğrendik

Oruç helal-haram gibi prensiplere bina edilen bir hayat yaşamayı öğretti bize. Orucum bozulmasın diye dikkatli yaşadık. Maddi anlamda orucunu bozan şeylere karşı dikkatli olduğumuz gibi orucu sakatlayan şeylere karşı da dikkatli olmamız gerektiğini öğrendik. Rabbimize karşı sorumluluklarımız insanlara karşı sorumluluklarımızı da hatırlattı.

Vermeyi öğrendik

Ramazan; iftar, zekat, sadaka ve her çeşidiyle vermeyi de öğretti bize. Vermek için uygun yer ve şahıs ararken, çevremizde ne kadar da çok muhtaç olduğunu öğrendik. Bu bilgimiz Ramazan dışında yapacağımız hayırlar konusunda bize bir fikir verip yol gösterdi.

Sahip olduğumuz nimetlerin değerini anladık

Ramazan'da istediğimiz zaman yeme hürriyetini “kaybettik.” Sahip olduğumuz nimetlerin değerini bu nimetleri kaybedip onlardan mahrum kaldığımız zaman daha iyi anlıyoruz. Gündüz yeme imkânını kaybedince “yeme” nimetini daha iyi anladığımız gibi bu nimete ulaşmakta zorlananların durumunu daha iyi anladık. Efendimiz’in (as) “Komşusu aç iken, kendisi tok yatan bizden değildir” uyarı içerikli hadisinin öylesine bir söz olmadığını gördük. Bu anlayışımız Ramazan sonrasına da yansımalı, nimetler daha doğru ve yerinde değerlendirilmeli.

Ramazan ibadetlerini bir seneye yaymak

Rabbimiz üzerimizdeki bu kadar nimetlerine teşekkür olarak bizden “ölüm gelinceye kadar” ibadet edip kulluk yapmamızı istiyor. Ramazan'da ibadet etme konusunda sıkıntıları aşmayı öğrendik. Şimdi bunu seneye bütünüyle yaymak durumundayız. Ramazan'dan sonra Şevval ayında tutulması tavsiye edilen 6 günlük oruç da Ramazan kazanımlarının bütün bir seneye yayılmasını tavsiye adına iyi bir örnektir.

Ramazan'da zincire vurularak etkisi sınırlanan şeytanı, bu ayda kazandığımız güzel hasletleri devam ettirerek biz de Ramazan sonrası tavır ve davranışlarımızla zincirde tutabilir, serbestçe hareket ederek bizi yoldan çıkarmasına mani olabiliriz.

Teheccüde kalkmak mümkün...

Teheccüd, Allar rızası için gecenin bir yarısında kalkılıp eda edilen bir namaz. Ramazan’da sahura kalkarak, teheccüd için sene boyunca kalkmanın mümkün olduğunu yaşayarak öğrenmiş olduk. Sahura kalkabiliyorsak, teheccüde de kalkabiliriz...

Hâsılı... Ramazanla normalde yapamayacağımızı zannettiğimiz pek çok şeyi yapabileceğimizi görüp öğrenmiş olduk. Şimdi sıra, bu bir aylık kulluğu, Ramazan’daki yoğunluğunu biraz hafifleterek bütün bir yıla yaymada. İşte asıl başarı budur!


28 Haziran 2017 Çarşamba

Bütün seneyi oruçlu (gibi) geçirmeye var mısınız?



Ramazan bütün mü’minlerin heyecan ve şevk içinde yeme-içme ve benzeri insanî ihtiyaçlarını erteledikleri bir “kutlu zaman dilimi”dir. Ağız, normalde helal olan yeme-içmeden oruçluyken uzak durur. Dil, göz, el ve diğer azaların da boş işler ve günahlardan uzak durması ağzı tutup yeme-içmeden uzak durmayı daha değerli hale getirir.

Kutlu zaman dilimlerinden Ramazan, iftarları, sahurları, fitreleri, zekâtları ve nice tatlı hatıralarıyla veda edip seneye, ömrü yetenlerimizle, hem de on gün erken olarak yeniden buluşmak üzere sözleşip aramızdan ayrıldı. Şimdi bu rahmet ve bereket günlerinin yeniden geleceği zamanı beklemeye başladık.

Yeni bir Ramazan daha beklerken elbette ki onun ikliminden tamamen çıkmamaya çalışırız, çalışmalıyız. Zira, Ramazan ayının orucu -bedene ve ruha sayısız faydası bir tarafa- esasen Cenâb-ı Hak’la irtibat kurma ve kurulan irtibatı devam ettirmenin en önemli vesilelerinden biri. Çünkü insan başka bir şey için değil, sadece O’nun rızası için yeme-içme ve birtakım meşru zevklerini terk eder. Allah’ın rızası da, bu terklerin ihlaslı yapıldığı ölçüde kazanılır.

Ramazan’da Müslümanlar dengeli, ölçülü ve sistemli yaşamaya başlar. Ramazan’dan sonra bu ölçülü yaşamanın süresi ne kadar uzun tutulursa, Müslümanlar o kadar kamil olacak, Allah’ın rızasını kazandıkları gibi yaşadıkları çevreyi de daha yaşanabilir hale getireceklerdir. Aslında bu konu Müslümanlara hep hatırlatılır. Nitekim, bütün ömrün oruçlu gibi hassas yaşanmasını da telkin eden bir hadis-i şerifte Efendimiz (aleyhissalâtu vesselam) bize rehberlik yapar:

عَنْ أَبِي أَيُّوبَ الْأَنْصَارِيِّ رَضِيَ اللهُ عَنْهُ، أَنَّ رَسُولَ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّمَ قَالَ:
مَنْ صَامَ رَمَضَانَ ثُمَّ أَتْبَعَهُ سِتًّا مِنْ شَوّٰالٍ كَانَ كَصِيَامِ الدّهْرِ.
Ebû Eyyub el-Ensârî’den (radıyallâhu anh) rivayet edildiğine göre,
Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi vesellem);
Her kim Ramazan orucunu tutar da sonra buna Şevval ayından altı gün daha oruç ilave ederse, sanki bütün seneyi oruçlu geçirmiş gibi olur. (Müslim, Sıyam 204, Tirmizî, Savm 53) buyurmuştur.

Hicri takvime göre Ramazan’dan sonra gelen içinde bulunduğumuz ay, “Şevval”dir. Ramazan sona erdi ama zamanın akışı devam ediyor, Şevval’in de bizden istedikleri var. Hadisin zahiri manası ve çağrışımlarını dikkate aldığımızda şimdi biz Müslümanlara düşenin, bütün bir yılı oruçlu geçirmek için sunulan bu fırsatı değerlendirmek olduğunu görüyoruz. Evet, mübarek ay bitti; ama Ramazan’ın kazandırdıkları bitmek zorunda değil, güzellikleri devam edebilir. Şimdi diğer on bir ayı Ramazan kazanç ve bereketine yakın yaşamak.

Zamanı, aylık dilimlere ayırırsak, Ramazan’ın, bu dilimlerin en değerlisi olduğunu görürüz. Zamanın bir parçası olduğu için akıp giden zamanla beraber o da hayatımızdan çıkacaktı ve çıktı gitti. Artık önümüzdeki seneye kadar başka bir Ramazan yok. Fakat biz onu, bize kazandırdığı güzellikleri hayatımızda tutup hatta daha da zenginleştirerek manasıyla devam ettirebiliriz.

Ramazan’da şeytanlar zincire vurulmuş, biz de onların yakınına sokulmayarak kendimizi koruyabilmiştik. Artık şeytanlar serbest. Bizi asla hiçbir şeye zorlama güç ve imkânı olmayan şeytanla mücadelede şimdi biraz daha güçlenmemiz gerekecek. Şeytanın, kendine ait zincirlerden kurtulduğu bu zamanda, sıra bizim ona zincir vurmamıza geldi. Şeytana zincir vurmanın yolu da Ramazan’da onu zincire vuran şartları iyi değerlendirip onun içimizdeki yardımcısı olan nefse karşı dikkatli olup süflî isteklerine boyun eğmemekten geçiyor.

Bütün seneyi oruçlu geçirme hesabı...

Ramazan orucunu hakkıyla tutan bir insan için bütün seneyi oruçlu geçirmek söz konusudur. Ramazan orucunu sadece midesine tutturanlar orucun ruhunu bütün seneye yayamayacaklardır. Senenin tamamı da Ramazan hassasiyetiyle yaşanırsa orucun ayrı bir değeri olacaktır. Efendimiz’in, yukarıdaki hadisi açıklayan başka bir beyanı vardır:

عَنْ ثَوْبَانَ رَضِيَ اللهُ عَنْهُ، أَنَّ رَسُولَ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ ، قَالَ:
صِيَامُ رَمَضَانَ بِعَشَرَةِ أَشْهُرٍ، وَصِيَامُ السِّتَّةِ أَيَّامٍ بِشَهْرَيْنِ، فَذَلِكَ صِيَامُ السَّنَةِ.
Sevbân (radıyallâhu anh) rivayet ediyor.
Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:
Ramazan ayındaki oruç, on aylık oruca denktir. Şevval’deki 6 gün oruç da iki ay oruç demektir. Bunların toplamı da bir sene oruç olur.” (İbn-i Huzeyme, Sahih 3/298)
Bir âyet-i kerimede

مَنْ جَاءَ بِالْحَسَنَةِ فَلَهُ عَشْرُ أَمْثَالِهَا وَمَنْ جَاءَ بِالسَّيِّئَةِ فَلاَ يُجْزَى إِلاَّ مِثْلَهَا وَهُمْ لاَ يُظْلَمُونَ
Kim güzel bir iş ve iyilik yaparak Allah huzuruna gelirse, ona on misli verilir; kim de bir kötülükle gelirse, sadece kötülüğüne denk bir ceza görür ve hiç kimseye haksızlık edilmez. (En’am sûresi, 160) buyrularak genel bir ölçü verilir. Rabbimiz’in rahmeti, lütfu ve ikramı bol olduğundan bize yaptığımız kötülük ve yanlışların karşılığını hiç artırmadan aynıyla verdiği gibi, çoğu zaman hatalarımızı bağışlayabiliyor. Ama iyilikler hususunda bir sınırlama yok. Onların sevabı kat kat alınabiliyor. Hadisin ifadesiyle bazen yedi yüz hatta daha fazla katına kadar çıkabiliyor.
Buna göre Ramazan’da otuz gün oruç tutulup buna Şevval ayında altı gün daha eklenirse otuz altı gün oruç olur. Her iyilik en azından on kat karşılık göreceği için bu üç yüz altmış eder. Bu da bir sene manasına gelir. Kameri takvim 354 gündür. Güneş takvimi ile seneyi düşünürsek de bayram günlerinden oruç tutmadığımızı dikkate alır ve böylece orucumuz tam bir senelik olmuş olur.

Ramazan’dan sonra Şevval ayında tutulan bu oruç farz veya vacip gibi bir yükümlülük değildir. Bu orucun peş peşe olması şart olmadığı gibi herhangi bir gün kaydı da yoktur. Tabii ki altı gün alt sınırdır. İsteyen daha fazla tutabilir. Bunda da bir mahzur yoktur. Burada unutulmaması gereken bir nokta da Bayramların yeme-içme ve birlikte sevinme günleri olmasıdır. Bundan dolayı Ramazan Bayramı’nın ilk günü ve Kurban Bayramı günlerinde oruç tutmak haram kabul edilmektedir.

Bu şekilde Ramazan’ı tam tuttuktan sonra peşinden de Şevval oruçlarını ihmal etmeyen insanlar, bunu her sene yaparlarsa bütün ömür boyu oruç tutmuş gibi manevi bir kazanım elde ederler.

Asıl HEDEF: Bütün ömrü “oruçlu gibi” geçirmek

Bu hadisi yorumlarken genelde bu şekilde matematiksel bir işlem yapılır. Bu işlem yanlış değildir fakat bu hadiste daha büyük bir hedef gösteriliyor gibidir: Bütün seneyi oruçlu gibi geçirmek.

Allah Resûlü’nün (aleyhissalâtu vesselam) bazı ifadeleri bir vak’ayı dile getirirken aynı zamanda bir hedef göstermektedir. Burada bütün seneyi oruçlu geçirmenin yolu gösterilirken aynı zamanda önümüze bütün sene oruçlu gibi yaşama hedefi konulmaktadır. Bu konuda örnek olarak sadece bir hadis-i şerifi hatırlayalım:

عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ رَضِيَ اللهُ عَنْهُ قَالَ قَالَ رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ:
مَنْ لَمْ يَدَعْ قَوْلَ الزُّورِ وَالْعَمَلَ بِهِ فَلَيْسَ للهِ حَاجَةٌ فِي أَنْ يَدَعَ طَعَامَهُ وَشَرَابَهُ.
Kim yalan söylemeyi ve yalan dolanla iş yapmayı terk etmezse, Cenâb-ı Hak o kimsenin yemeyi, içmeyi bırakmasına ihtiyaç duymadığı gibi, hiç kıymet verip iltifât etmez.” (Buhârî, Savm 8)

Ramazan’da komşuları iftara davet etme, muhtaçlara yardım, sadaka, fitre ve zekât vererek fakirleri sevindirme vazifelerini, imkânlar ölçüsünde yaptık; en azından onların dertleriyle dertlendik. Şimdi Ramazan bitti; ama fakirler ve ihtiyaç sahipleri hâlâ var. Onlar varsa “Biz de varız.” diyerek bu mübarek ayda kazandığımız güzel hasletleri devam ettirebiliriz. Ramazan’da bu aya mahsus uygulamalar olsa bile değişik vesileleri değerlendirerek muhtaç ve fakirleri düşünmek her zaman için Müslümanca yaşamanın gereğidir.

Dilini yalan, iftira, gıybet, hakaret vb. şeylerle kirleten bir kimsenin, Ramazan’da sadece midesine oruç tutturmasının, çok bir şey kazandırmadığı hadiste net bir şekilde ifade edilmişti. Öyleyse biz, Ramazan’da daha hassaslaştığımız hususları bütün seneye yaymalıyız. Şevval orucunu tutan kimsenin, bütün seneyi oruçlu gibi geçirmiş kabul edilmesi bize bütün hayatın, -ister oruçlu olsun, iste oruçsuz; farketmez- dil tutulup dedikodulara dalmayarak, yalan ve iftiradan uzak durarak, kalp kırmadan, imkânlar ölçüsünde melekler gibi yaşanılması gerektiği hususunu ilham eder.

23 Haziran 2017 Cuma

Hak Edenlere Büyük Ödül Günü: BAYRAM


Bayramlar; sevinç, eğlence, yiyip-içme ve neşelenme günleridir. Müslüman olarak mutluluk ve sevincimize esas olacak iki büyük dinî bayramımız var: Ramazan ve Kurban bayramı.

Ramazan ayında oruç tutma vazifesinin sona erdiği, şükür olarak yenilip içilmesi gerektiği için yaptığımız bayrama îdül-fıtr, yani ramazan bayramı denilir. Kurban keserek hem muhtaçların sevindirildiği hem de Rabbin rızasını kazanmanın ümit edildiği bayram da îdül-edhâ, yani kurban bayramıdır.

Müslümanlar Mekke döneminde ne Ramazan ne de Kurban bayramı kutlamamışlardır. Zaten Mekke’nin zorlu şartlarında Kurban ibadeti de oruç ibadeti de yoktur. Müslümanların kendi iradeleriyle müstakil hareket etme imkânı buldukları Medine’de hicretin ikinci yılından itibaren Ramazan ve kurban bayramları kutlanmaya başlanmıştır.

Bir ay boyunca şartların zorluğunu, günün uzunluğunu dikkate almadan, sırf Allah’ın rızasını kazanmak için oruç tuttuk. Ramazan ayına, gelecek sene tekrar buluşma umuduyla veda ettik. İşte şimdi bayramdayız ve nefsimizle yaptığımız bu bir aylık mücadeleyi kazanmanın şükrünü eda ediyor, bu vesileyle Allah’ın rahmetine nail olma ümidinin neşesini taşıyoruz.

Biz, oruçtan kurtulduğumuz için değil, oruç tutarak Allah'a şükür borcumuzu yerine getirebildiğimiz için bayram ederiz. Evet, Ramazan bayramına bir yönüyle “şükür” bayramı da diyebiliriz. Eski alfabemizde “şükür” ile “şeker”in aynı yazılması da işin bir cilvesidir. Esasen Ramazan bayramına “şeker bayramı” denilmesi, hem şükürle hem de bu bayramda hurma, tatlı, vb. şeylerin eskiden beri ikram edilmesiyle irtibatlıdır. Dolayısıyla “Ramazan bayramı” kavramını hayattan çıkarıp zihinlerden silmemek kaydıyla “şeker bayramı” diyenlere karşı savaş açmaya gerek yoktur…

Oruç bitti. Vazifemizi yaptık. Bundan sonra istediğimiz gibi, ölçüsüz, sınırsız yaşayabiliriz.” gibi düşünceler aklımıza gelebilir. Ancak Müslüman olarak istediğimiz gibi serbestçe yaşayacağımız yerin ahiret hayatı olduğunu biliyoruz. Burası sınırlı ve sonlu bir dünyadır. Sonu olan bir dünyada ölçüsüz yaşamak, sonsuz dünyayı kaybetmenin sebebi olmamalı deyip Ramazan’dan sonra da ahiret hayatını kazanacak amellere devam etmeli, bizi Rabbimizden uzaklaştıracak şeylerle aramıza mesafe koymalıyız.

Efendimiz’in (aleyhi ekmelü’t-tehâyâ) bayramı
Allah Resûlü (as) hicretten sonra, Medineli Müslümanların, kaynağı İran kültürü olan iki bayram kutladıklarını, bunlar vesilesiyle neşelenip eğlendiklerini görmüştü: Nevruz ve Mihricân. Nevruz, bilindiği üzere bahar bayramıdır. Mihricân ise sonbaharın başlangıcını temsilen kutlanılıyordu. Medineliler aynı şekilde Yahudilerin bazı bayramlarını da taklit ediyorlardı. Mü’minlerin bayramları da kendi kültür ve uygulamalarından çıkması adına Allah Resûlü (s.a.s.):

إِنَّ اللهَ قَدْ أَبْدَلَكُمْ بِهِمَا خَيْرًا مِنْهُمَا: يَوْمَ الْأَضْحَى، وَيَوْمَ الْفِطْرِ.
Allah, bayram olarak kutladığınız bu iki günü daha hayırlı iki günle, kurban ve ramazan bayramlarıyla değiştirmiştir.” buyurdu. (Ebû Dâvûd, Salât 245; Nesâî, Salâtü’l-îdeyn 1) Evet, Ramazan ve Kurban bayramları Müslümanlara mahsus bayramlardır. Bu bayramları Müslümanca kutlamak için de Efendimiz’in tavsiye ve uygulamaları bizim için hayati önem taşır.

Berâ b. Âzib (radıyallâhu anh) Allah Resûlü’nün (aleyhissalâtu vesselam) bayram hutbesinden bir bölüm nakleder: Buna göre Resûl-i Ekrem Efendimiz, bayram hutbesinde,
إِنَّ أَوَّلَ مَا نَبْدَأُ مِنْ يَوْمِنَا هَذَا أَنْ نُصَلِّيَ...
Bu bayram günümüzde yapacağımız ilk şey bayram namazını kılmaktır. (Buhârî, Îdeyn 3; Müslim, Edâhî 7) buyurarak bayramı kutlama adına bayram namazının önceliğine işaret eder. Bayram, yeme-içme ve eğlenme günü olsa bile, ibadet ü taat ona rengini katıp onu derinleştirir.

Allah Resûlü (s.a.s.) tarafından bayram gecelerinin ihya edilmesi de tavsiye edilmiştir. Dini gün ve gecelere baktığımızda, günün akşam namazıyla başladığını görüyoruz. Dolayısıyla bayram yapacağımız günün öncesindeki gece artık Ramazan bitmiş, Şevval’in ilk günü, yani bayram başlamıştır. Yatsı ve sabah namazları için camiye gidip bu namazları cemaatle kılmak, bayram gecesini ihyâ adına en önemli vesilelerdendir. Şimdi, Efendimiz’in, Bayram gecelerinin ibadetle ihyâsını tavsiye ettiği hadisi görelim:

عَنْ أَبِي أُمَامَةَ، عَنِ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ:
مَنْ قَامَ لَيْلَتَيِ الْعِيدَيْنِ مُحْتَسِبًا لله، لَمْ يَمُتْ قَلْبُهُ يَوْمَ تَمُوتُ الْقُلُوبُ.
Ebû Ümâme’den (radıyallâhu anh) rivayet edildiğine göre,
Resûl-i Ekrem (sallallâhu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:
“Kim sevabını Allah'tan umarak (ve sırf O'nun rızasını kazanmak için) Ramazan ve Kurban bayramının iki gecesini ibadetle ihyâ ederse kalblerin öldüğü gün onun kalbi ölmez, ölmeyecektir.” (İbn Mâce, Sıyâm 68)

Saadet asrında bayram namazları musallada, yani daha kalabalık grupların katılabileceği, şehrin dışında açık arazide kılınırdı. Allah Resûlü (s.a.s.) bayram namazlarına yürüyerek gider, yine yürüyerek dönerdi. Bundan hareketle gidilecek cami çok uzak değilse, bayram namazına yürüyerek gitmenin sünnet olduğu söylenebilir.

Efendimiz’in bayram günü uygulamalarından dikkat çeken bir şey de namazdan dönerken başka bir yol kullanması, giderken kullandığı yolu tercih etmemesiydi. Allah Resûlü (s.a.s.) mescid yolunda karşılaştığı insanlarla da bayramlaşırdı.

Allah Resûlü'nün (aleyhisselam) “biz Müslümanların bayramları”dır dediği günlerde meşru ölçüler içinde eğlenceye de yer vardır. Yine O’nun ifadesiyle “Bu günler yeme içme günleridir.”

Bayram günlerinde, düşman ve baskın tehlikesi yoksa, silah taşınması hoş karşılanmaz. Zaten gösteriş için, başkalarını rahatsız edecek şekilde silah taşımak mekruh kabul edilmiştir.

Ramazan bayramının ilk günü oruç tutmak haramdır. Bir gün önce mazereti olanlar dışında oruç tutmamak haramken o gün oruçlu olmanın haram oluşu dikkat çekicidir. Önceki gün Allah için yiyip içmeyen Müslümanlar, bayramda da Allah’ın rızasını umarak yiyip içmeli, birbirlerinin ikramını reddetmemelidir.

Bayramda ne yapılır?

Allah Resûlü (aleyhisselam) ve O’nun yolundan gidenlerin bayramda yaptıklarına baktığımızda bayramın farkını görürüz. Bayramın diğer günlerden farkını gösterecek şekilde önceden bayram hazırlığı yapılır, yapılmalıdır.
Temiz ve güzel elbiseler giyilir.
- Gusül abdesti alınır.
- Namazdan önce Peygamber Efendimiz’in yaptığı gibi hurma, şeker vb. tatlı bir şeyler yenilir.
- Yaşı uygun olan çocuklarla beraber bayram namazına gidilir.
- Namaz yolunda dua ve tekbirler unutulmaz.
- Özel bir sebepten dolayı çok uzak bir mescid tercih edilmediyse namaza yürüyerek gidilir.
- Namazdan sonra eve dönüş farklı bir yoldan yapılır.
- Dost ve akrabalar ziyaret edilir, hediyeler verilir.
- Dargınlar barışır, barıştırılır.
- Fitre zaten namazdan önce verilmiştir; Bayramda da ihtiyacı olanlara sadaka verilir.

- O gün daha fazla tebessüm edilip hep güler yüzlü olunur.

 Bayram günü, ayrım yapmaksızın tanınan tanınmayan herkes tebrik edilir. Zira Allah Resûlü'nün (aleyhissalâtu vesselam) ashabı, O'ndan aldıkları örnekle, bayramda birbirleriyle karşılaştıklarında,
 تَقَبَّلَ اللهُ مِنَّا وَمِنْكُمْ Allah sizden ve bizden bayramımızı ve salih amellerimizi kabul buyursun!  Bayramınız, Allah'ın kabûlüne mazhar olsun!
diyerek birbirlerini tebrik ederlerdi. İfadeler, diller farklı olabilir ama bayramda esas olan Müslümanların birbirini tebrik etmesidir.

Neşe ve sevinç günleri olan bayramlarda meşru ölçüler içinde eğlenilir. Dinin haram saymadığı oyunlar oynanabilir. Zira, Allah Resûlü (aleyhissalâtu vesselam) bayram günü ezgiler söyleyen iki kız çocuğunu susturmak isteyenlere,
إِنَّ لِكُلِّ قَوْمٍ عِيداً وَهٰذَا عِيدُنَا
Her milletin neşelenip eğlendiği bir bayramı vardır, bu da bizim bayramımız.” (Buhârî, Îdeyn 3; Müslim, Salâtü’l-îdeyn 16) diyerek müdahale etmiştir. Aynı şekilde Resûl-i Ekrem’in (aleyhisselam) bayram günleri mescidde mızrak-kalkan oyunu oynayanları, mü’minlerin annesi Hz. Âişe (r.anhâ) ile beraber seyrettiği de kaynaklarımızda zikredilmiştir.

Peygamber Efendimiz (aleyhissalâtu vesselam) Ramazan'da oruç ve teravihlerle zamanın değerini bilenlerin bayramdaki büyük kazancını anlattığı hadis-i şerif ile bitirelim:

عَنْ سَعِيدِ بْنِ أَوْسٍ الأَنْصَارِيِّ ، عَنْ أَبِيهِ، قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ:
إِذَا كَانَ يَوْمُ الْفِطْرِ وَقَفَتِ الْمَلائِكَةُ عَلَى أَبْوَابِ الطُّرُقِ، فَنَادَوْا: اغْدُوا يَا مَعْشَرَ الْمُسْلِمِينَ إِلَى رَبٍّ كَرِيمٍ يَمُنُّ بِالْخَيْرِ، ثُمَّ يُثِيبُ عَلَيْهِ الْجَزِيلَ، لَقَدْ أُمِرْتُمْ بِقِيَامِ اللَّيْلِ فَقُمْتُمْ، وَأُمِرْتُمْ بِصِيَامِ النَّهَارِ فَصُمْتُمْ، وَأَطَعْتُمْ رَبَّكُمْ، فَاقْبِضُوا جَوَائِزَكُمْ،
فَإِذَا صَلَّوْا، نَادَى مُنَادٍ: أَلَا إِنَّ رَبَّكُمْ قَدْ غَفَرَ لَكُمْ، فَارْجِعُوا رَاشِدِينَ إِلَى رِحَالِكُمْ، فَهُوَ يَوْمُ الْجَائِزَةِ، وَيُسَمَّى ذَلِكَ الْيَوْمُ فِي السَّمَاءِ يَوْمَ الْجَائِزَةِ.

Said b. Evs el-Ensârî’nin, babasından naklettiğine göre,
Peygamber Efendimiz (s.a.s.) şöyle buyurmuştur:
Ramazan Bayramı sabahı melekler sokak başlarında durur ve şöyle seslenirler:
Keremi ve lütfu bol olan Rabbinizin rahmetine koşunuz, ey Müslümanlar topluluğu! O, bugün bol iyilik ve ihsanda bulunacaktır. Bayram namazı yolunda olan ey Müslümanlar! Rabbiniz size bol bol mükâfatlar verecektir. Çünkü siz Ramazan boyunca gece ibadet etmekle, teravihle emrolunmuştunuz ve emri yerine getirdiniz. Gündüz oruç tutmakla emrolunmuştunuz, orucu da tuttunuz ve Rabbinize itaat ediniz. Şimdi de ‘câizenizi/ödülünüzü’ alınız.”
Bayram namazı kılındıktan sonra bir münadi şöyle seslenir:
Dikkat edin! Rabbiniz mağfiret edip sizi bağışladı, müjdeler olsun size. Doğru yolu bulmuş ve o yolda sebat etmiş kimseler olarak dönünüz. Bugün, mükâfat günüdür. Bugüne semâ âleminde ‘el-câize: mükâfat/ödül günü’ ismi verilmiştir. (Taberânî, Mu’cemü’l-kebîr, 1/226)

22 Haziran 2017 Perşembe

Başımızın, gözümüzün sadakası: FİTRE


Allah’a şükür, acısıyla-tatlısıyla, iftarı-sahuruyla, teravihi-mukabelesiyle bir Ramazan’ı daha tamamlamanın huzurunu yaşıyoruz. Ramazan’la alakalı olarak, bayramdan önce geriye çok önemli, bereket kaynağı bir ibadet daha var: “Fitre” veya başka bir ifadeyle “Fıtır sadakası.”

Arapça “فِطْر - fıtr” kelimesinin biraz yumuşatılarak Türkçeye geçmiş haline “fitre” diyoruz. Fıtr, orucu açmak, oruç tutmaya son vermek, oruç ibadetini tamamlamak manasına geliyor. Zaten Ramazan bayramının Arapçadaki karşılığı da “Îdül-fıtr”dır, yani orucu hakkıyla tutup tamamlamanın şükrü, bayramı...

Ramazan’ın bayramına, îdül-fıtr, Ramazan ayını hayatta/canlı geçirmeye, Ramazan ile gelen bereketten istifade edebilmeye şükür/teşekkür ile mukabele için verdiğimiz sadakaya da “sadaka-i fıtr” denilir. Evet, Ramazan bayramını bizimle beraber herkes aynı neşe ve sevinç içinde yaşasın diye -sevindirecek ölçüde- verdiğimiz sadakaya “fitre” diyoruz.

Fitre vaciptir; vermek için oruç tutmak şart değildir

Fitre için oruç tutmak veya bir mazeretten dolayı oruç tutamamak önemli değildir. Oruç tutsun, tutmasın; Ramazan bayramına hayatta ulaşan çocuk-yaşlı, sağlıklı-hasta herkes için “Fitre” verilir. Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) fitre uygulamasını, orucun farz kılındığı hicretin 2. senesinde oruçla beraber başlatmıştır.

عَنِ ابْنِ عُمَرَ رَضِيَ اللهُ عَنْهُمَا قَالَ:
فَرَضَ رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ زَكَاةَ الْفِطْرِ صَاعًا مِنْ تَمْرٍ أَوْ صَاعًا مِنْ شَعِيرٍ عَلٰى كُلِّ عَبْدٍ أَوْ حُرٍّ صَغِيرٍ أَوْ كَبِيرٍ.
Abdullah b. Ömer (radıyallâhu anhuma) der ki:
Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) sadaka-ı fıtrı (fitreyi) köle-hür, küçük-büyük (kadın-erkek) her bir Müslümana, hurmadan bir sâ’ veya arpadan bir sâ’ olmak üzere farz kıldı.” (Buhârî, Zekât 70; Müslim, Zekât 13; Muvatta, Zekât 51; Tirmizî, Zekât, 35; Ebû Dâvud, Zekât 19; Nesâî, Zekât 30; İbn-i Mâce Zekât 21)
Hadis-i şerifteki “farz kıldı” ifadesi fitrenin “vacip” olduğunu bilenler için garip gelebilir. Fakat Hanefi mezhebinde “vacip” teknik bir kavramdır, amelden çok itikadı ilgilendirir. Zira vacibin yapılması farzdır; vacibe, amelî farz denilir. Yani vaciplerin yapılması da şarttır. Buradaki ince nüans şudur: Bir insan herhangi bir farzı inkâr ederse, dinden çıkar. Vacibi inkâr eden ise dinden çıkmaz. Farz ile vacip arasındaki temel fark, farzda delilin konuya delaleti net iken, vacipte delilin başka delaletleri, farklı manaları da olabilir.

Bir evin geçimini sağlamakla yükümlü olan şahıs, -genellikle “baba” olur- hayata gözlerini yeni açmış bebeklere kadar bütün aile bireyleri için bayram namazından önce yerine ulaşmasını dikkate alarak “fitre” öder. Günümüz şartlarında bu ödemenin nakit olarak yapılması daha uygun görünüyor.

Fitrenin neticesi

Sahabe-i kiramın ilimde ileri gelenlerinden Abdullah ibn-i Abbas (r.anhuma) fitredeki hedefi “çirkin söz ve tavırlardan arınma ve fakirlere yiyecek sağlayıp ihtiyaçlarını karşılama” şeklinde değerlendirir:

عَنْ ابْنِ قَالَ عَنِ ابْنِ عَبَّاسٍ رَضِيَ اللهُ عَنْهُمَا قَالَ:
فَرَضَ رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ زَكَاةَ الْفِطْرِ طُهْرَةً لِلصَّائِمِ مِنْ اللَّغْوِ وَالرَّفَثِ وَطُعْمَةً لِلْمَسَاكِينِ. مَنْ أَدَّاهَا قَبْلَ الصَّلَاةِ فَهِيَ زَكَاةٌ مَقْبُولَةٌ وَمَنْ أَدَّاهَا بَعْدَ الصَّلَاةِ فَهِيَ صَدَقَةٌ مِنْ الصَّدَقَاتِ.
İbn Abbas (r. anhümâ)’nın naklettiği bir hadiste şöyle buyurulur:
Allah Rasûlü (aleyhissalâtu vesselam) fitreyi/sadaka-yı fıtrı, oruçluları gereksiz ve çirkin söz ve tavırlardan arındırmak ve yoksullara yiyecek bir lokma olsun diye farz kılmıştır. Fitreyi kim namazdan önce öderse, bu makbul bir zekât olarak değerlendirilir, kim de fitreyi ödemeyi bayram namazından sonraya bırakırsa, herhangi bir sadaka hükmünde olur.” (Buhârî, Zekât 70; Müslim, Zekât 12-16)
Bu hadis bize, fitrenin fakir ve muhtaçları bayram sevincine ortak etmenin yanında, oruçtaki eksiklik ve noksanlıkları telafi etme manası da taşıdığını gösteriyor.

Büyük âlim Vekî’ b. Cerrah söz konusu hadisten hareketle, “Fıtır sadakası”nı şöyle değerlendirir: "Ramazan ve oruç için “fitre”, namazdaki “sehiv secdesi” gibidir. Namazda bir eksiklik olduğunda “sehiv secdesi” ile namazın eksiği tamamlandığı gibi, fitre ile de oruçta farkında olmadan ortaya çıkabilecek eksikler tamamlanır."

“Fitre” alanlar ve verenler

“Fitre”yi, zekât vermekle yükümlü olacak kadar malı olanlar verirler. Fakat zekât için, imkânın 1 sene boyunca olması şart görülürken, fitre için bayrama zengin olarak çıkmak yeterlidir. Bu arada zekât alacak kadar fakir olmayan herkes “sadaka-ı fıtır” ödeyebilir. Eskiden gün görmüş ihtiyarlar fitreyi anlatırken “başımızın gözümüzün sadakası” derlerdi. Durumu aşırı kötü olmayanlar kendilerinden daha zor durumda olanları “başımızın gözümüzün sadakası” düşüncesiyle görüp gözetirlerse, toplumda bir kaynaşma ve dayanışma olacaktır.

Müslümanlar zekat, fitre ve diğer infaklarını öderken, Cenâb-ı Hakk’ın kendilerine ikramlarına şükür ederek, yükümlülüğü yerine getirme, bir borcu ödeme mantığıyla yaklaşmalı ve netice olarak da yaşadıkları toplumda muhtaç kalmaması hedefine doğru yürümelidirler. Bu hedefi doğrudan, bizzat Allah Resûlü (aleyhissalâtu vesselam) göstermektedir:

عَنِ ابْنِ عُمَرَ رَضِيَ اللهُ عَنْهُمَا قَالَ:
فَرَضَ رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ زَكَاةَ الْفِطْرِ، وَقَالَ: أَغْنُوهُمْ فِي هَذَا الْيَوْمِ.
Abdullah b. Ömer (radıyallâhu anhuma) der ki:
“Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) sadaka-ı fıtrı (fitreyi) farz kıldı ve dedi ki: Bugün fakirleri etrafta dolaşarak istemekten müstağni kılın! (Dârekutnî, 2/153)

Günlük ne yiyorsunuz; “sizin fitreniz” ne kadar?

Ne kadar fitre verileceği konusunda Müslüman ülkelerdeki ilgili kurumlar her sene güncel miktarlar yayınlıyorlar ki, bu en alt sınırı ifade belirler. Daha fazla vermenin, daha faziletli olacağı açıktır, izahtan vârestedir.

Fitrenin miktarı konusunda bakılması gereken ölçü, fakir bir kimsenin günlük olarak normal bir yemekle karnını doyuracak miktardır. En iyisi fitre verirken, yemin keffaretinin anlatıldığı ayetin işaretiylekendi ailenize yedirdiğiniz orta halli bir yemek” ücreti düşünülmeli.

Fitre miktarını Kur’an ve sünnetin ruhuna en uygun şekilde hesaplamak için, ailenin aylık mutfak masrafları hesaplanıp bir güne ne kadar düştüğü tespit edilebilir. Bir günlük yemek masrafı “fitre” olarak takdir edilebilir.

Zekat verilebilecek herkese, fitre de verilebilir. Usul (baba, dede, büyük dede...) ve füruya (oğul, torun, torunun torunu...), bakmakla yükümlü olunan birinci dereceden akrabalara fitre verilmez.

Fitrede öncelik en fazla ihtiyacı olandır. Bu ihtiyaçları karşılayacak olanlar, önce en yakınlardan başlamalı, daire daha sonra genişletilmelidir. Günümüzde dünya küçük bir köy haline gelmiştir. Dünyanın çok uzak bir köşesinde de “komşumuz” diyebileceğimiz insanlar bulunabilir.

Fitre bir kişiye verilebileceği gibi, fakirler arasında paylaştırılabilir de. Bizzat elden verilebileceği gibi, güvendiğimiz kişi ve kurumlar aracılığı ile de fakirlere ulaştırılabilir.

Fitre”yi fıtratımızın bir parçası haline getirebilirsek, verdiğimiz fitreler, diğer hayırlı amellerimiz gibi, âhirette -Allah’ın izni ile- bizim için müspet anlamda şahitlik yapacaktır...