“Sakın
ha, öteki dünyaya borçlu olarak gitmeyin!” diye başladı sözlerine. “Çünkü
siz centilmen insanlarsınız, karakteriniz gereği orada alacaklarınızdan vaz geçip
insanları bağışlayabilirsiniz. Fakat borçlu giderseniz -orada şartlar çok ağır-
alacaklılarınız, neyiniz var, neyiniz yok demeden söke söke alırlar. Çok zor durumda
kalırsınız.
Bir arpa ağırlığı olsun başkasına ait bir hakla gitmek
istemem öteye…”
Evet,
borç çok ağır bir yüktür. Her türlü kayıttan kurtulup özgür olmak isteyen, minnet
borcu dâhil, hiçbir şekliyle borçlu olmamalı. Borçların bir şekilde ödenmesi
mümkündür ama bir hak/borç vardır ki, ödenmesi zor, hatta bazen imkânsız hale
gelir: Kul hakkı.
Kul
hakkı
İslami
literatürde “Kul hakkı” kavramıyla ifade ettiğimiz haklara, “insan hakları” demek
de mümkündür. Çünkü bu hakların temelinde “insan” olmak vardır. Kul hakkı, bir
Müslüman için cennete veya cehenneme gitme hususunda en temel belirleyicilerden
biridir.
Kul
hakları, insanların canı, malı, ırz ve namusu, toplum içindeki itibarı.. vb. kişilik
haklarıdır. Bunlar dokunulmazdır. Bu hakların ödenmesi ancak hakkına girilerek
haksızlık yapılan kişinin, her türlü imkan kullanılarak razı edilmesi ile
mümkün olur.
Kul
hakları bireysel olabileceği toplumsal da olabilir. Haklar, tek tek hak sahibi ile
anlaşıp helalleşmeyi gerektirir. Bir toplumu ilgilendiren kul haklarına girilmişse,
bunun sorumluluğundan kurtulmak için hakkına girilmiş herkesten tek tek helallik
almak gerekir. Devlet malları bütün vatandaşlara aittir. Devlet malını zimmetine
geçirmek, elindeki yetkiyi kullanarak idaresi altındaki insanlara baskı, zulüm
ve haksızlıkta bulunmak, bilinçli bir şekilde toplum içinde fitne çıkarmak bütün
toplumu ilgilendiren haklardandır ve o toplumda yaşayan herkesi razı etmeden bunların
vebalinden kurtulmak mümkün değildir.
Kul
haklarının ahiretteki yansıması çok acı ve ağır olacaktır. İbadetleri ve hayır-hasenat
adına yaptıkları ne kadar çok olursa olsun bunlardan ahirette tam olarak faydalanamayacak
insanlar vardır. Böyle insanlar “gerçek müflis”lerdir.
Gerçek müflis kimdir?
Ticarette malı tükenip
sermayesi de kalmayan kimseye müflis denildiği malum. Peygamber Efendimiz
(sallallâhu aleyhi vesellem), herkesin bildiği bu iflas gerçeğini çok temel bir
mesele olan kul haklarını ihlâl etme durumuyla örneklendirip kul haklarının sorumluluk
ve sonuçlarını çok açık ve net olarak ifade eder:
Bir
gün Allah Resûlü (aleyhisselam) ashabına sorar:
“Gerçek müflis
kimdir, biliyor musunuz?”
“Biz, aramızda bütün
parasını kaybetmiş, parası ve malı olmayan kimseye müflis diyoruz.” der sahabîler.
Allah Resûlü
(s.a.s.) sözlerini şöyle tamamlar:
“Şüphesiz ki
ümmetimin müflisi, dünyadayken namaz, oruç ve zekât gibi ibadetlerini tam olarak
yapmış ve kıyamet günü onların sevabıyla Allah’ın huzuruna gelmiştir. Bununla beraber
üzerinde kul hakkı kapsamında olan günahlar da vardır; şuna sövüp saymış, buna iftirada
bulunmuş, şunun malını helal-haram demeden yemiş, bunun kanını dökmüş, şunu dövmüş…
Hâsılı pek çok kul hakkının hesabını vermek durumunda kalmıştır. Bu durumda ibadetlerinin
sevabı, hakkına girdiklerine dağıtılır. İbadet ve iyilikleri, üzerindeki kul haklarının
hepsini karşılamaya yetmezse, hak sahiplerinin günahlarından bazıları alınıp kendi
günahlarına eklenir. Neticede, sevapları tek tek elinden gitmiş, hakkına girdiklerinin
günahlarını da yüklenmiş, dolayısıyla günahları daha da artmıştır. İşte böyle bir
adam açıkça ‘müflis durumuna düşer’ ve sonra da cehenneme atılır.” (Müslim,
Birr 59; Tirmizî, Kıyâmet 2)
Kul
hakları bağışlanır mı?
Kur’ân-ı
Kerim’de Allah’ın, şirk dışında bütün günahları bağışlayabileceği anlatılır. Bu
temel bir prensiptir, fakat ayet ve hadisler bir bütün olarak düşünüldüğünde Allah’ın
bağışlayacağı günah ve kusurların Allah’a karşı işlenen günahlara mahsus olduğu
görülecektir. İnsanları ilgilendiren, onların hakkı karışan günahlarda affedilme,
hak sahibine bırakılmıştır. Nitekim bu durumu anlatan bir hadiste üç çeşit
zulümden bahsedilir: Bunlardan biri de “Allah’ın affetmeyeceği, kulların
birbirlerine karşı yaptıkları zulüm ve haksızlıktır ki, hakkı geçen hakkını
alıp razı olmadıkça, Allah bu zulüm ve haksızlıkları affetmez.”
(Suyûtî, Câmiu’s-Sağîr, 2/94)
Başka
bir hadis-i şerifte Allah Resûlü (aleyhisselam) bir Müslümanın mânevî kişiliği,
haysiyet, şeref, itibar ve saygınlığına dokunma veya başka bir şekilde hakkına girilmişse,
dünyada iken mutlaka helalleşmesi gerektiğini vurgular. Zira, ahirette para-pul
ve dünyadaki maddi imkanlar kullanılamayacaktır. Ahiretin bütün sermayesi,
dünyadaki iman, ibadet ve hayırlardır. Binaenaleyh orada borçlar ancak
sevapları dağıtmakla ödenebilir. Sevaplar biter, borç bitmezse haksızlık
yapılan kimsenin günahları yüklenmek zorunda kalınacaktır. Zira başka bir
şekilde hakların ödenmesi mümkün olmayacaktır. Bütün Müslümanların kulaklarına
küpe olması gereken hadis şu şekildedir:
“Kim
kardeşine ırzı (mânevî kişiliği, haysiyet, şeref, itibar ve saygınlığı)
veya başka bir sebeple haksızlık yapmışsa, dinar ve dirhemin bulunmadığı
(paranın geçerli olmadığı) bir gün gelmezden önce, henüz burada, dünyada iken
onunla helalleşsin. Aksi takdirde o gün, haksızlık yapmış kimsenin salih
amelleri varsa, o zulmü nispetinde kendisinden alınır, hakkına girdiği kimseye
verilir. Eğer hasenatı (salih amelleri) yoksa, zulmettiği kimsenin günahından
alınır, kendisine yüklenir.” (Buhari, Mezâlim 10; Tirmizî, Kıyamet 2)
Ne
yapmak lazım?
İnsan
varlık olarak hataya açık yaratılmıştır. Bir hadiste bu durum –çözümü de
sunularak- şöyle ifade edilir: “Bütün insanlar hataya açıktır, hata
işleyebilirler. Ancak hata işleyenlerin en hayırlısı, tevbe ile yeniden Allah’a
dönenlerdir.” (Tirmizî, kıyâmet 49; İbn
Mâce, zühd 30) Her insan sürçebilir, hata yapabilir. En hayırlı
insanlar, sürçtükten sonra devrilmeyip ayağa kalkmayı bilenlerdir. Her bir
günah için, o günahtan dönüp tövbe etmek şart olduğu gibi tövbenin, geçerli olması
için de bazı şartlar vardır:
1. İşlenen günaha karşı, gönülden pişmanlık duymak,
2. Aynı hatayı tekrar işlememe konusunda kararlı olmak,
3. Yapılan hata ve günahlarla araya mesafe koymak, o
günahları net bir şekilde terk etmek.
Bu üç şart bireysel günahlar için geçerlidir. Günah
başka kimseleri de ilgilendiriyor ve ortaya başkalarını hakkı çıkıyorsa, bu
şartlara dördüncü bir madde eklenir: O hakkın tazmin edilmesi.
Hak, hırsızlık ve gasp gibi mala karşı işlenen bir suçsa,
malın sahibine iade edilmesi şarttır. Şayet hak, gıybet, iftira, insanın onur ve
itibarını sarsacak söz ve tavırlar ise, hak sahibinden özür dilenip ‘helallik alınması’
gerekir. Allah, kul hakkının affını, haksızlık yapılan kula bırakmıştır. Kul
haklarının affı için haksızlık yapılan kimse bulunup mutlaka helallik alınması
gerekir. Aksi durumda yıllarca tövbe, istiğfar edilse bile netice
alınamayabilir. Hakkına girilen kimsenin, ölmüş olması gibi ulaşamama
durumlarında ise helalleşme imkanı kalmadığı için insan, işlediği haksızlığın
acı sonuçları ile karşı karşı kalma durumundadır. Bu konuda mü’minler için ümit
kaynağı olabilecek bir hadis vardır:
Enes b. Malik’in (radıyallahu anh) anlattığına göre
bir gün Efendimiz (sallallâhu aleyhi vesellem) ashabıyla otururken dişleri iyice
görülecek kadar gülümser. Sebebi sorulunca da kıyamet gününden bir sahneyi
hatırladığını söyler. Buna göre iki kişi İlahi huzurda birbiriyle davalaşacak,
biri diğerinden hakkını isteyecektir. Fakat bu son sahnede borçlu “alacaklılara
vere vere hiçbir sevabının kalmadığını” ifade ederek çaresizliğini belirtmektedir.
Alacaklının,
“O zaman benim günahlarımdan bazılarını alsın” diyeceğini beyan eden Efendimiz
gözyaşlarına boğulur.
Bu
sırada haksızlığa uğrayan kimseye “Başını kaldır, bak” denilir.
Gördüğü
cennet nimetleri başını döndüren alacaklı bu nimetlerin kime ait olduğunu
sorar. Kendisine “Bunlar, sadece ücretini ödeyeceklere aittir” denilir. Adam
şaşkınlıkla “Bunun ücretini kim ödeyebilir ki?” deyince şu cevap verilir:
“İstersen,
sen bunların ücretini verebilirsin.” Mazlum hayretle:
“Nasıl?
Ben bunların bedelini neyle, nasıl ödeyebilirim ki!” deyince,
“Kardeşini
affedip ondaki hakkını bağışlamana karşılık olarak bunlar senin olabilir” cevabı
verilir. Bu nimetlere karşılık hakkından vazgeçip affettiğini söyleyince şu
hitaba mazhar olur:
“O
halde tut kardeşinin elinden ve girin birlikte Cennet’e!”
Resûl-i
Ekrem Efendimiz kıyamet günü gerçekleşecek bu olayı naklettikten sonra, “Allah’tan
korkun! Kötülük yapmaktan sakının, birbirinizin arasını bulun ki, Allah’ın
merhametine nail olasınız.” (Hucurat sûresi, 10) ayetini okur ve “Bunu yapın, zira
Allah, kıyamet günü, dünyada ne kadar gayret ettiyse de helalleşme imkanı
bulamayan mü’minlerin arasını bulacaktır.” diye ilave eder. (Hâkim,
Müstedrek, h. no: 8718)
Bu
hadis helalleşme imkânı bulamayan kimselere bir yol, bir çıkış kapısı sunuyor:
Ahirette somut bir şekle bürünecek ibadet ü taat ve hayr u hasenatı çokça
yapmak.
Bu sınırlı dünyada kim, kime, ne yaparsa
yapsın hepsinin karşılığını sınırsız bir dünyada görecek, zerre miktarınca haksızlık
yapan cezasını çekecektir. Hayvanların iradesi, seçme hürriyeti olmadığı halde, boynuzlu koyunun, boynuzsuz koyundan hakkını alacağı, konunun
vahametini anlatmak için hadislerde özellikle vurgulanır. Zulme maruz kalanlar bu
dünyada haklarını alamazlarsa ahirette sevinecek, belki de “dünyada daha fazla
zulme maruz kaldıklarından” dolayı ahirette mahzun değil, memnun olacaklardır.
Zalime gelince… Onun hesabı, bizim ölçme
limitlerimizin tamamen dışında.