15 Aralık 2014 Pazartesi

Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.s) Hiç Beddua Etmiş midir?

Hz.Peygamber Efendimiz, her konuda bir denge insanıdır. Bedduacı ve lanetçi değildir; ama O (s.a.s) yanlış tavır ve davranışlara da gerekli ikazı yapmıştır.

5 Aralık 2014 Cuma

Kur’ân’da Beddua var mıdır?


Kur’ân, kendisine inanıp tasdik edenlerin hayat rehberidir. Müslüman her meselesini hakemlik yapmak üzere Kur’ân’a götürür, Kur’ân’da sarih bir şey bulamazsa meselelerini Kur’ânî mantıkla çözer/çözmelidir.

2 Aralık 2014 Salı

Ada

Ah efendim!
"Göller bölgesinde bir ada" olmanın affedilmez cürmünü nasıl tahmin edebilirsiniz ki; biliyorum mükeddersiniz; ama muğber olmadığınızdan eminim; belki bir miktar ye'se uğradınız lâkin kahırlanma lüksüne sahip olmadığınızı biliyorsunuz, çünkü "göller bölgesinde ada" olmayı bilerek tercih ettiniz. Ah efendim!
"Paran çoksa kefil, işin yoksa şâhit ol" alçaklığına neredeyse vecîze kıymeti atfedildiği bir cıvıklık ve nâmerdlik ikliminde kâr-zarar hesabına bakmadan, "elâlem ne der" endişesine kapılmadan, çekinilmesi gereken "asıl mercii"den gayrısına fütûr göstermeden Hakk'a şehâdet ve "sa'y"e kefâlet etmenin ne gereği vardı sanki?
İnsanları eğitime teşvik etmek, zihinlerini bilgi ve hikmetle aydınlatıp genişletmek, geçmiş zaman efsânelerine gönüllü kölelik etmek yerine onları eskimeyen bilgiler etrafında şimdiki zamanın bilgisini haiz hür efendiler kılmak için didinmek neyin nesi oluyor efendim? Geleceğin hür ve bilgili insanlarına yatırım yaparken gönüllü köleleri ve yarı cahilleri tahrik edeceğinizi hesaba katmadığınız için suçunuz büyük. Siz, eski köye yeni âdet getirdiğiniz için de suçlusunuz: Tahakkukunu mûcizelerden beklediğimiz, en iyi ihtimalle uzak torunlarımıza havale ettiğimiz hülyâlarımızı sanki sıradan bir iş görüntüsüyle ve mütevazı bir karınca sabrıyla teker teker gerçekleştirdiğiniz için cürmünüz affedilemez!
Sizden şüphelenmekte yerden göğe haklıyız efendim: Mâziniz köpüklü yayla derelerinde yerli sabunla çitilenmiş bir beyaz mendil kadar temiz (ve tabii buruşuk!), şahsî servetiniz havsalamızı kurutacak derecede cüz'i, beşerî zaaf siciliniz insanı tedirgin edecek ölçüde fukara. Buna mukabil itibarınız anlaşılmaz ölçüde vâsi; tahsil kariyeriniz hiç kimsede imrenti uyandırmayacak derecede sıradan; ama Türkçeye hâkimiyetiniz ve tasarrufunuz "âlâ" derecede; iknâ ve nüfuz kabiliyetiniz şaşırtıcı, millete hizmet siciliniz parlak muvaffakiyetle müzeyyen. Hele "dolgun başakların boynu bükük olur" kabilinden bir tevâzuunuz var ki, ardında alışageldiğimiz mülk ve dünyâ nîmetlerini bulamayınca biz darmadağın oluyoruz efendim! "Vird"iniz Hak, tavsiyeniz sa'y ü gayret, telkininiz sabır, teşvikiniz müsbet ilim, istikametiniz sulh ve teennî. Sizden şüphelenmekte biz yerden göğe haklıyız efendim! Bu portre o kadar alışılmadık çizgilerle yüklü ki, ne kadar "dur hele foyası çıkar yakında!" diye imâl-i fikr etsek beklentilerimiz boş çıkıyor.
Bir şeyler yanlış efendim; evvelâ bir "din hizmetkârı" vasfıyla mâruf olduğunuz halde samimiyetinde iğne ucu kadar zaaf bulamadığımız "Türkiyeci" tavrınız, "yerli ve millî" nokta-i nazarınız bizi fena halde rahatsız ediyor; sizi zihnimizde hazır tuttuğumuz raflardan birine yerleştirmekte fena halde zorlanıyor ve sinirleniyoruz; bu kadar samimi, iyi niyetli, sulhperver, hoşgörülü, mütevazı olabilmek hakkını nereden alıyorsunuz? Buna hakkınız yok!
Bizi suçlamamalısınız efendim, bu işte bizim taksîrimiz yok; biz, ancak bizim tabiatımıza benzeyen tabiatları anlamak ve tasnif edip rahatlamak kabiliyetine mâlikiz. Siz, bizim yaygın standartlarımıza uymuyorsunuz; açık vermiyorsunuz, zaaf göstermiyorsunuz, Hakk'ı tavsiye ediyorsunuz, devletle didişmiyorsunuz, ucuz düşmanlık edebiyatına iltifat etmiyorsunuz, siyasette kendi dolabınızı kurma fırsatını istihkârla karşılıyorsunuz, insanları üretken olmaya yönlendiriyorsunuz, pek kolay olduğu halde kendi tekkenizi kurmuyorsunuz, kerâmet satmaktan hayâ ediyorsunuz, buğz ve nefretten kaçınıyorsunuz!
Olur mu efendim, bu kadarı da olur mu?
Siz bizim ölçülerimize göre standart dışı bir karaktersiniz; bizi bu halinizle çok rahatsız ediyorsunuz; bizde tedirginlik ve şüphe uyandırdığınız için bizi bile suçlamamanız bizi kahrediyor.
Efendim, bu kadar iyi olmaya hakkınız yok; bu kadar iyi olduğunuz sürece sizi anlamamaya ve size yakınlık duymamaya kararlıyız; "bunların kalbine niçin nüfûz edemiyorum" diye şahsî bir cehdiniz varsa, Dostoyevsky'nin "Karamazov Kardeşler" isimli eserindeki "Büyük Engizitör" faslını okumalısınız; o zaman bizi muhtemelen anlayacaksınız! Okuyunca göreceksiniz ki sizinle biz medeniyet tarihinin iki zıt karakterini temsil ediyoruz.
Sakın bir daha bizi bile affettiğinizi söylemeyin efendim; bu tavrınız bizi büsbütün çileden çıkarıyor: Biz sizde affedilmeye layık değerler bulamazken bize muğber olmadığınızı bile söylemeniz dayanılır gibi değil; bu kadarına hakkınız yok.

Âh efendim, göller bölgesinde bir kayık olmak dururken niçin "ada" olmayı seçtiniz?

Ahmet Turan ALKAN, Zaman Gazetesi, 2 Nisan 1998