5 Aralık 2014 Cuma

Kur’ân’da Beddua var mıdır?


Kur’ân, kendisine inanıp tasdik edenlerin hayat rehberidir. Müslüman her meselesini hakemlik yapmak üzere Kur’ân’a götürür, Kur’ân’da sarih bir şey bulamazsa meselelerini Kur’ânî mantıkla çözer/çözmelidir.

Beddua, Farsça’da “kötü” anlamına gelen “bed” ile Arapça’da “dileme, isteme” gibi anlamlara gelen “dua” kelimelerinden oluşmuş bir isimdir. Buna göre “beddua”nın manası, “Bir kimsenin başına kötü şeyler gelmesi için yapılan dua” demek olur. Kur’ân ve hadislere baktığımızda, Müslümanın temel olarak hep dua etmesi, Allah’a yalvarması üzerinde durulduğu görülür. Genel ahlak olarak mü’min; “lanetçi”, “bedduacı”, “kahriyeci” değildir. Bununla beraber bazı hususi durumlarda da beddua ve lanete kapı tamamen kapatılmamıştır.
Kur’ân’da kırk bir yerde geçen “lanet” kavramı yerine göre “beddua” olarak da değerlendirilebilir. Kur’ân’da lanet edenler olarak; Allah, Resulü, melekler, diğer peygamberler ve insanlar zikredilir. Tamamına bakıldığında “lanet”in “hakaret”, “beddua”, “Allah’ın rahmetinden uzaklaştırma” anlamlarında kullanıldığı görülmektedir. Bu âyetlerde lanetleme genel olarak belli “vasıflar” üzerine yapılmıştır. Mesela, zalimler, yalan söyleyenler, iftiracılar, bozgunculuk yapanlar vs.
إِنَّ الَّذِينَ يَكْتُمُونَ مَا أَنْزَلْنَا مِنَ الْبَيِّنَاتِ وَالْهُدٰى مِنْ بَعْدِ مَا بَيَّنَّاهُ لِلنَّاسِ فِي الْكِتَابِ أُولٰئِكَ يَلْعَنُهُمُ اللّٰهُ وَيَلْعَنُهُمُ اللّٰاعِنُونَ
İnsanlar için biz kitapta açıkladıktan sonra, indirmiş olduğumuz aşikâr delilleri ve hidâyeti gizleyenler var ya, işte onlara Allah lânet ettiği gibi, Lânet edebilecek herkes de lânet eder. (Bakara sûresi, 159)
Tefsirde önemli bir yeri olan Fahreddin Râzî, ayetteki “lâinûn” (lânet edebilecek herkes) kelimesinin melekleri, peygamberleri ve sâlih kimseleri de kapsadığını belirtmektedir.
Yine Kur’ân’da Allah’ın lanetinin belli vasıfları taşıyanlar üzerine olduğu açık bir şekilde beyan edilir.
وَأَتْبَعْنَاهُمْ فِي هَذِهِ الدُّنْيَا لَعْنَةً وَيَوْمَ الْقِيَامَةِ هُمْ مِنَ الْمَقْبُوحِينَ
Bu dünyada arkalarına bir lânet taktık, kendilerine lânet yağdırılıyor. Kıyamette, o büyük duruşma gününde ise, en çok nefret edilenlerden olacaklardır. (Kasas sûresi, 42)
فَمَنْ حَاجَّكَ فِيهِ مِنْ بَعْدِ مَا جَاءَكَ مِنَ الْعِلْمِ فَقُلْ تَعَالَوْا نَدْعُ أَبْنَاءَنَا وَأَبْنَاءَكُمْ وَنِسَاءَنَا وَنِسَاءَكُمْ وَأَنْفُسَنَا وَأَنْفُسَكُمْ ثُمَّ نَبْتَهِلْ فَنَجْعَلْ لَعْنَةَ اللهِ عَلَى الْكَاذِبِينَ
Artık sana bu ilim geldikten sonra, kim seninle İsa hakkında tartışmaya girerse de ki:
“Haydi gelin oğullarımızı ve oğullarınızı, hanımlarımızı ve hanımlarınızı ve bizzat kendimizi ve kendinizi çağırıp, sonra da gönülden Allah’a yalvaralım da bu konuda kim yalancı ise Allah’ın lânetinin onların üzerine inmesini dileyelim!” (Âl-i İmran suresi, 61)
أُولٰئِكَ جَزَاؤُهُمْ أَنَّ عَلَيْهِمْ لَعْنَةَ اللّٰهِ وَالْمَلاَئِكَةِ وَالنَّاسِ أَجْمَعِينَ
İşte böylelerinin cezası, Allah’ın, meleklerinin ve bütün insanların lânetine uğramaktır.” (Al-i İmran sûresi, 87)
وَإِذَا رَأَيْتَهُمْ تُعْجِبُكَ أَجْسَامُهُمْ وَإِنْ يَقُولُوا تَسْمَعْ لِقَوْلِهِمْ كَأَنَّهُمْ خُشُبٌ مُسَنَّدَةٌ يَحْسَبُونَ كُلَّ صَيْحَةٍ عَلَيْهِمْ هُمُ الْعَدُوُّ فَاحْذَرْهُمْ قَاتَلَهُمُ اللهُ أَنَّى يُؤْفَكُونَ
Onları gördüğünde kalıpları kıyafetleri senin hoşuna gider, onları beğenirsin. Konuştuklarında sözlerine kulak verirsin. Gerçekte ise onlar, âdeta duvara dayatılan, ruhsuz kütüklere benzerler. İçleri boş, ödlek olduklarından çıkan her sesten pirelenir, her yeni haberi kendi aleyhlerinde sanırlar. Onlar düşmandır, onlardan sakın! Allah belalarını versin onların! Nasıl da hakikatten vazgeçiriliyorlar. (Münafikun sûresi, 4)
Yukarıda birkaç tanesini örnek olarak verdiğimiz Kur’ân’daki “beddua” çağrıştıran ayetler İslam’ın dua ve bedduaya temel yaklaşımına göre tefsir ve yoruma tabi tutulmuştur. Bunlardan en çok dikkat çekeni Tebbet sûresi ve Ebu Leheb’in durumu ile alakalı yorumdur.
Ebu Leheb İslam ve Müslümanlara karşı tavrın tipik örneğidir. Onun şahsında kıyamete kadar gelecek İslam düşmanlarının tipik bir örneği verilmiştir. Leheb sûresinde Efendimiz’e çok ciddi eziyet eden bir şahsın anlatılmasından öte bu tür insanların her dönemde olabileceği vurgulanarak Müslümanların hem dikkati çekilir hem de teselli edilirler.
İlahi kelam olarak Kur’ân-ı Kerim insanların kullandığı dille ve onların rahat anlayacağı bir üslupla gelmiştir. Zira, muhatabın seviyesini gözeterek konuşmak ilâhî bir ahlâktır. Cenâb-ı Hak, kullarının idrak ufuklarına göre hitap etmiş ve en derin hakikatleri bile onların anlayabilecekleri bir üslupla ortaya koymuştur ki, buna kısaca “tenezzülât-ı ilâhiyye” denilmektedir.
İnsanlar konuşurken "kınama" ve "lanet" ifadelerini çokça kullanmaktadır. İşte Leheb suresinde hem Ebu Leheb’in layık olduğu bir durum hem insanların bu kadar yeter artık manasına söyleyebilecekleri “lanet” vardır. İfadenin ağır olması, hatanın şiddetini ve benzer durumda olan insanların dikkatini çekmeyi göstermektedir. Ebu Leheb, benzerleri için bir “prototip”, bir “örnek kişilik”tir. Yani maksat sadece Ebu Leheb'in şahsını belirtmekten ibaret olmayıp, onun vasfına ve bu vasıfta ona benzeyenlerin hallerine de işaret edilmiş demektir. (Bkz.: Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili)
Kur’ân'daki beddua ve lanetler, belli vasıflara sahip kimselere yöneliktir. Kur’ân, şahıslardan ziyade “vasıf”ları, “düşünce”leri, “şahsiyet”leri, “kişilik”leri ve en önemlisi “karakter”leri sözkonusu eder.
Netice itibariyle öbür dünyada, insanların bir kısmı, Allah'ın rahmetine ve ihsanlarına kavuşur, cennete girer. Bir kısmı da, onun lanetine uğrar/rahmetinden uzaklaşır, onun gazab ve azabının merkezi olan cehenneme girer. Allah'ın Kur’ân'daki “lanet” ifadeleri, aslında henüz sonuca ulaşmayan insanlar için birer uyarıdır. Çünkü, kötülüğün ne olduğunu bilmeyen ondan uzaklaşmayı düşünmez.
Allah, ağır ve incitici sözler kullanılmasını sevmez. Fakat buna zulme maruz kalan, çözüm olarak elinden bir şey gelmeyen, zulmü ortadan kaldırmaya gücü yetmeyen kimsenin “beddua”sının bundan istisna etmiştir:
لاَ يُحِبُّ اللهُ الْجَهْرَ بِالسُّوءِ مِنَ الْقَوْلِ إِلاَّ مَنْ ظُلِمَ وَكَانَ اللهُ سَمِيعًا عَلِيمًا
Allah, ağır ve inciten sözlerin açıktan söylenmesini hiç sevmez, ancak söyleyen zulme uğramışsa o başka. Allah her şeyi hakkıyla işitir ve görür.  (Nisa sûresi, 148)
Bu ayetin tefsirinde İbn Abbas (r.a) “kötü söz”den maksadın “beddua” olduğunu söyler. Buna göre beddua konusunda mazluma ruhsat verilmiştir.
Netice olarak denilebilir ki, Kur’ân’da “Beddua” vardır. Vasıf ve karakter bildirilerek yapılan bu bedduaların çoğu kâfir ve müşriklere yöneliktir. Bununla beraber aynı “vasıf”ları taşıyan Müslümanlar da bu “beddua”ların kapsamına girerler.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder