Kur’ân, kendisine inanıp tasdik edenlerin hayat rehberidir. Müslüman her meselesini hakemlik yapmak üzere Kur’ân’a götürür, Kur’ân’da sarih bir şey bulamazsa meselelerini Kur’ânî mantıkla çözer/çözmelidir.
Beddua, Farsça’da “kötü” anlamına gelen “bed” ile Arapça’da
“dileme, isteme” gibi anlamlara gelen “dua” kelimelerinden oluşmuş bir isimdir.
Buna göre “beddua”nın manası, “Bir kimsenin başına kötü şeyler gelmesi için yapılan
dua” demek olur. Kur’ân ve hadislere baktığımızda, Müslümanın temel olarak hep
dua etmesi, Allah’a yalvarması üzerinde durulduğu görülür. Genel ahlak olarak
mü’min; “lanetçi”, “bedduacı”, “kahriyeci” değildir. Bununla beraber bazı hususi
durumlarda da beddua ve lanete kapı tamamen kapatılmamıştır.
Kur’ân’da kırk bir yerde geçen “lanet” kavramı yerine
göre “beddua” olarak da değerlendirilebilir. Kur’ân’da lanet edenler olarak; Allah,
Resulü, melekler, diğer peygamberler ve insanlar zikredilir. Tamamına bakıldığında
“lanet”in “hakaret”, “beddua”, “Allah’ın rahmetinden uzaklaştırma” anlamlarında
kullanıldığı görülmektedir. Bu âyetlerde lanetleme genel olarak belli “vasıflar”
üzerine yapılmıştır. Mesela, zalimler, yalan söyleyenler, iftiracılar, bozgunculuk
yapanlar vs.
إِنَّ الَّذِينَ يَكْتُمُونَ مَا أَنْزَلْنَا مِنَ الْبَيِّنَاتِ وَالْهُدٰى مِنْ
بَعْدِ مَا بَيَّنَّاهُ لِلنَّاسِ فِي الْكِتَابِ أُولٰئِكَ يَلْعَنُهُمُ اللّٰهُ وَيَلْعَنُهُمُ
اللّٰاعِنُونَ
İnsanlar için biz kitapta açıkladıktan sonra, indirmiş olduğumuz aşikâr delilleri
ve hidâyeti gizleyenler var ya, işte onlara Allah lânet ettiği gibi, Lânet edebilecek
herkes de lânet eder. (Bakara sûresi, 159)
Tefsirde önemli bir yeri olan Fahreddin Râzî,
ayetteki “lâinûn” (lânet edebilecek herkes) kelimesinin melekleri, peygamberleri
ve sâlih kimseleri de kapsadığını belirtmektedir.
Yine Kur’ân’da Allah’ın lanetinin belli vasıfları
taşıyanlar üzerine olduğu açık bir şekilde beyan edilir.
وَأَتْبَعْنَاهُمْ فِي هَذِهِ الدُّنْيَا لَعْنَةً وَيَوْمَ الْقِيَامَةِ هُمْ
مِنَ الْمَقْبُوحِينَ
Bu dünyada arkalarına bir lânet taktık, kendilerine lânet yağdırılıyor. Kıyamette,
o büyük duruşma gününde ise, en çok nefret edilenlerden olacaklardır. (Kasas sûresi, 42)
فَمَنْ حَاجَّكَ فِيهِ مِنْ بَعْدِ مَا جَاءَكَ مِنَ الْعِلْمِ فَقُلْ تَعَالَوْا
نَدْعُ أَبْنَاءَنَا وَأَبْنَاءَكُمْ وَنِسَاءَنَا وَنِسَاءَكُمْ وَأَنْفُسَنَا وَأَنْفُسَكُمْ ثُمَّ نَبْتَهِلْ فَنَجْعَلْ لَعْنَةَ اللهِ عَلَى
الْكَاذِبِينَ
Artık sana bu ilim geldikten sonra, kim seninle İsa hakkında tartışmaya girerse
de ki:
“Haydi gelin oğullarımızı ve oğullarınızı, hanımlarımızı ve hanımlarınızı ve
bizzat kendimizi ve kendinizi çağırıp, sonra da gönülden Allah’a yalvaralım da bu
konuda kim yalancı ise Allah’ın lânetinin onların üzerine inmesini dileyelim!” (Âl-i İmran suresi, 61)
أُولٰئِكَ جَزَاؤُهُمْ أَنَّ عَلَيْهِمْ لَعْنَةَ اللّٰهِ وَالْمَلاَئِكَةِ وَالنَّاسِ
أَجْمَعِينَ
“İşte
böylelerinin cezası, Allah’ın, meleklerinin ve bütün insanların lânetine uğramaktır.”
(Al-i İmran sûresi, 87)
وَإِذَا رَأَيْتَهُمْ تُعْجِبُكَ أَجْسَامُهُمْ وَإِنْ يَقُولُوا تَسْمَعْ لِقَوْلِهِمْ
كَأَنَّهُمْ خُشُبٌ مُسَنَّدَةٌ يَحْسَبُونَ كُلَّ صَيْحَةٍ عَلَيْهِمْ هُمُ الْعَدُوُّ
فَاحْذَرْهُمْ قَاتَلَهُمُ اللهُ أَنَّى يُؤْفَكُونَ
Onları
gördüğünde kalıpları kıyafetleri senin hoşuna gider, onları beğenirsin. Konuştuklarında
sözlerine kulak verirsin. Gerçekte ise onlar, âdeta duvara dayatılan, ruhsuz kütüklere
benzerler. İçleri boş, ödlek olduklarından çıkan her sesten pirelenir, her yeni
haberi kendi aleyhlerinde sanırlar. Onlar düşmandır, onlardan sakın! Allah belalarını
versin onların! Nasıl da hakikatten vazgeçiriliyorlar. (Münafikun sûresi, 4)
Yukarıda birkaç tanesini örnek olarak
verdiğimiz Kur’ân’daki “beddua” çağrıştıran ayetler İslam’ın dua ve bedduaya temel
yaklaşımına göre tefsir ve yoruma tabi tutulmuştur. Bunlardan en çok dikkat çekeni
Tebbet sûresi ve Ebu Leheb’in durumu ile alakalı yorumdur.
Ebu Leheb İslam ve Müslümanlara karşı tavrın tipik
örneğidir. Onun şahsında kıyamete kadar gelecek İslam düşmanlarının tipik bir örneği
verilmiştir. Leheb sûresinde Efendimiz’e çok ciddi eziyet eden bir şahsın anlatılmasından
öte bu tür insanların her dönemde olabileceği vurgulanarak Müslümanların hem dikkati
çekilir hem de teselli edilirler.
İlahi kelam olarak Kur’ân-ı Kerim insanların kullandığı
dille ve onların rahat anlayacağı bir üslupla gelmiştir. Zira, muhatabın seviyesini
gözeterek konuşmak ilâhî bir ahlâktır. Cenâb-ı Hak, kullarının idrak ufuklarına
göre hitap etmiş ve en derin hakikatleri bile onların anlayabilecekleri bir üslupla
ortaya koymuştur ki, buna kısaca “tenezzülât-ı ilâhiyye” denilmektedir.
İnsanlar
konuşurken "kınama" ve "lanet" ifadelerini çokça kullanmaktadır. İşte Leheb suresinde hem Ebu
Leheb’in layık olduğu bir durum hem insanların bu kadar yeter artık manasına söyleyebilecekleri
“lanet” vardır. İfadenin ağır olması, hatanın şiddetini ve benzer durumda olan insanların
dikkatini çekmeyi göstermektedir. Ebu Leheb, benzerleri için bir “prototip”,
bir “örnek kişilik”tir. Yani
maksat sadece Ebu Leheb'in şahsını belirtmekten ibaret olmayıp, onun vasfına ve
bu vasıfta ona benzeyenlerin hallerine de işaret edilmiş demektir. (Bkz.: Hamdi
Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili)
Kur’ân'daki beddua ve lanetler, belli vasıflara
sahip kimselere yöneliktir. Kur’ân, şahıslardan ziyade “vasıf”ları, “düşünce”leri,
“şahsiyet”leri, “kişilik”leri ve en önemlisi “karakter”leri
sözkonusu eder.
Netice itibariyle öbür dünyada, insanların bir kısmı,
Allah'ın rahmetine ve ihsanlarına kavuşur, cennete girer. Bir kısmı da, onun lanetine
uğrar/rahmetinden uzaklaşır, onun gazab ve azabının merkezi olan cehenneme girer.
Allah'ın Kur’ân'daki “lanet” ifadeleri, aslında henüz sonuca ulaşmayan insanlar
için birer uyarıdır. Çünkü, kötülüğün ne olduğunu bilmeyen ondan uzaklaşmayı
düşünmez.
Allah, ağır ve incitici sözler kullanılmasını
sevmez. Fakat buna zulme maruz kalan, çözüm olarak elinden bir şey gelmeyen,
zulmü ortadan kaldırmaya gücü yetmeyen kimsenin “beddua”sının bundan istisna etmiştir:
لاَ يُحِبُّ اللهُ الْجَهْرَ
بِالسُّوءِ مِنَ الْقَوْلِ إِلاَّ مَنْ ظُلِمَ وَكَانَ اللهُ سَمِيعًا عَلِيمًا
Allah, ağır ve inciten sözlerin açıktan
söylenmesini hiç sevmez, ancak söyleyen zulme uğramışsa o başka. Allah her şeyi
hakkıyla işitir ve görür. (Nisa sûresi, 148)
Bu ayetin tefsirinde İbn Abbas (r.a) “kötü
söz”den maksadın “beddua” olduğunu söyler. Buna göre beddua konusunda mazluma ruhsat
verilmiştir.
Netice olarak denilebilir ki, Kur’ân’da “Beddua” vardır.
Vasıf ve karakter bildirilerek yapılan bu bedduaların çoğu kâfir ve müşriklere yöneliktir.
Bununla beraber aynı “vasıf”ları taşıyan Müslümanlar da bu “beddua”ların
kapsamına girerler.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder