Allah,
bütün Müslümanları da kapsayacak şekilde, Resûlü’ne (sallallâhu aleyhi ve
sellem) şöyle hitap ediyor:
إِنَّا أَنْزَلْنَا إِلَيْكَ
الْكِتَابَ بِالْحَقِّ لِتَحْكُمَ بَيْنَ النَّاسِ بِمَا أَرَاكَ اللهُ وَلاَ تَكُنْ
لِلْخَائِنِينَ خَصِيمًا
İnsanlar
arasında Allah’ın sana gösterdiği şekilde hükmetmen için, Biz sana kitabı
gerçeği açıklayan, hakkın tâ kendisi olarak indirdik. Sakın hainlerin avukatı
olma! (Nisa sûresi, 105)
Allah
Resûlü’nün Müslümanlar için her yönüyle kâmil bir lider, şehirdeki Yahudi ve müşrikler için de adil bir hakem
olduğu Medine döneminde gelen bu ve benzeri âyetleri daha iyi anlamak ve Müslüman’ın “öteki”lere
karşı yaklaşımının nasıl olması gerektiğini kavramak için bu âyetin geldiği
ortamı tanımak lazım...
Nisa
sûresi, 105. âyetin indiği ortam
Mekke
halkı, Allah Resûlü’ne (sallallâhu aleyhi vesellem) karşı çok katı bir tavır
takınmış, özellikle zayıf Müslümanlara ağır işkenceler yapmaya başlamıştı. Mekke’de
iyice bunalan Müslümanlar, Efendimiz’in işaretiyle gruplar halinde önce
Habeşistan’a, daha sonra da aynı şekilde Yesrib’e gitmeye başlamışlardı. Mekke
yeni tebliğe kapalı olduğunu açıkça gösterip bu dinin müntesiplerine
zulümlerini artırınca Resûl-i Ekrem, yeni kapılar açmak, yeni gönüllere ulaşmak
için önce Taif’e gitmiş ancak orada hüs-ü kabul görmemişti.
Medinelilerin
samimi daveti Allah’ın emriyle birleşince İlahi bir işaretle Mekke’den hicret
edip Medine’ye (önceki adı Yesrib olan şehir, hicretten sonra Medinetün-nebî’nin
kısaltması olarak Medine olarak anılmaya başlanmıştır) geldiğinde toplumda kargaşa,
kavga ve kaos hâkimdi. Hiçbir grup, diğerini kabullenemiyor,
güçlüler zayıfları eziyor, zayıflar ise güçlenip başkalarını ezmek için fırsat
kollayıp yollar arıyorlardı.
Efendimiz
622 yılında Medine’ye geldi. Medine’de Evs ve Hazreç gibi iki büyük kabilenin
yanında sayıları daha az olan küçük kabileler de vardı. Ayrıca şehirde önemli
bir grup olarak Yahudiler yaşıyordu. Üç ana gruba ayrılan Medine Yahudileri,
şehirde hem ticarete, hem de sosyal hayata hâkim durumda idiler.
Allah
Resûlü’nün Medine’de yaptırdığı ilk işlerden biri de nüfus sayımı
idi. Bu sayıma göre, Medine’nin nüfusu 10 bin
kişi kadar görünüyordu. Bunların 8500’ü, yarı yarıya olmak üzere müşrik ve Yahudi,
1500’ü ise ensar ve muhacir olmak üzere Müslümandı. Efendimiz,
Medine’de kendisine iman edip destekleyen 1500 kişiyle “herkesin kendi konumunda kabul edildiği” farklı
kültür ve dinler için örnek bir “birlikte yaşama”
projesi olan “Medine vesikası/Medine sözleşmesi”ne
öncülük etti. Devamlı birbirleriyle kavgalı olan bu farklı kabilelere, huzur ve
barış içinde beraber yaşamanın mümkün olduğunu gösterdi.
Hicretin
ilk günlerinde Medine’de Yahudiler, müşrikler ve Müslümanlar vardı. Yahudilerin
sayısı çok değişmese bile, insanların bu yeni dine gönlü açılıp Müslüman olmaları
sonucu müşriklerin sayısı günden güne azalıyordu. Özellikle Bedir savaşından sonra Müslümanların
Medine’de tutunacakları, oradan sökülüp atılamayacakları netleşmeye başlayınca Müslüman
olanların sayısı daha da artmaya başladı. Aslında güzel görünen bu gelişme yeni
ve tehlikeli bir durum, farklı sosyal bir grup ortaya çıkarıyordu: Münafıklar.
Mekke
müşrikleri Müslümanlığın kökünü kurutmak ve bu dini ve öncüsü Allah Resûlü’nü
yok etmek için Bedir’de Müslümanlarla karşılaşmış ve sayı üstünlüklerine rağmen
kesin bir yenilgi yaşamışlardı. Medine’de Bedir savaşının sonucunun
Müslümanlar için hezimet olacağını umarak ellerini ovuşturanlar vardı.
Ancak bütün ümitleri suya düşmüştü. Zira muzaffer olarak Medine’ye gelip
Müslümanları Mekke’ye geri götüreceklerini düşündükleri Mekke müşrikleri,
başları önde, elleri bağlı şekilde, esir olarak Medine’ye girmişlerdi.
Bedir, Müslümanların Medine’ye ve Hicaz’a bir daha sökülüp
atılamayacak şekilde yerleşmelerinin ilk adımı olmuştu. Medine’deki
müşriklerden bir kısmı, durumu değerlendirmiş ve kalblerinde iman olmadığı
halde Allah Resûlü’ne gelerek, kendilerinin de artık hakikati gördüklerini, Müslüman
olmaya karar verdiklerini beyan etmişlerdi. Bu beyan sadece dilde idi; içleri
apayrı bir şey söylüyordu. Bu grup organize hareket ediyor, Müslümanlar aleyhine
her fırsatı değerlendiriyor, fakat kendilerini ele vermiyorlardı. Müslümanlar,
Medine’de maddi olarak güçlenmişti. Kalbleri ve niyetleri başka olduğu halde sırf
bu güçten istifade etmek için, Müslüman görünen bu insanlara Kur’ân münafık
vasfını uygun görmüştü. Münafık, ise
inanmadığı halde kendisini inanmış gösteren kimse
manasına geliyordu. Nifak kelimesi, tarla faresinden hareketle onların
durumunu resmediyordu. Çünkü tarla faresi, bir
tehlike anında kaçmak için yuvasına birden fazla çıkış noktası hazırlıyordu.
Fare bu deliklerden birinden giriyor, kimseye fark ettirmeden diğerinden
çıkıyordu. Münafıklar da bu şekilde dine girmiş görünüyorlardı.
Müslümanlar,
Medine’de müşriklerden ve Yahudilerden gelebilecek her türlü oyun ve saldırıya
karşı uyanık ve tetikte idi. Fakat yavaş yavaş büyüyen yeni bir grup olarak
münafıklara karşı yapılabilecek çok bir şey görünmüyordu. Zira, Müslümanların
arasında yaşıyor, namazda beraber bulunuyor, selam veriyor, yüzlerine
gülüyorlardı. Her şeyiyle Müslüman gibi yaşıyor, hatta yapmacık bir
şekilde Müslümanlıkta da üstün olduklarını göstermeye çalışıyorlardı. Fakat
her topluluğun olduğu gibi münafıkların da ortak özellikleri vardı. Kur’an ve
Allah Resûlü bu karakteristik özellikleri ortaya koyuyordu ki, insanlar hem kendileri bu vasıfları bilip nifaka girmekten/düşmekten
korunsun, hem de nifak özellikleri taşıyan insanlara karşı tavır ve
davranışlarını iyi ayarlasın, mesafelerini korusunlar.
Münafıklar,
zaman zaman Medine’de kendilerini saklayarak olaylar çıkarıyorlar,
Müslümanların moralini bozarak kuvve-i maneviyelerini sarsıyor, İslam
düşmanlarını sevindiriyorlardı. Birbirlerini tanıdıklarından dolayı da
içlerinden biri zor duruma düşerse onu korumaya alıyor, karşısındakine hayatı
zehir etmeye çalışıyorlardı. Kendilerini temize çıkarmak için yalancı
şahitler buluyor, yalandan yeminler ediyorlardı. İslam’ın ortaya koyduğu hiçbir değere inanmadıklarından bir
ölçü ve prensipleri yoktu. İçlerinden
biri sıkıntıya düşünce, onu kurtarmak için yalanlara başvuruyor, komplolar
kuruyorlardı.
Medine’de
özellikle Müslümanlar arasında meydana gelen olayları daha iyi anlamak için
Medine’deki sosyal grupları ve toplumsal yapıyı iyi bilmek gerekir. Münafıklar
hakkında bilgi sahibi olmadan Medine’den indirilen bazı ayetlerin hakkıyla
anlaşılması mümkün değildir... (Devamı: Nisa sûresi, 105 ve sonrası âyetler kimin için indi?)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder