14 Aralık 2017 Perşembe

Bir Âyet: HAİNLERİN AVUKATI OLMA..! (1)

Allah, bütün Müslümanları da kapsayacak şekilde, Resûlü’ne (sallallâhu aleyhi ve sellem) şöyle hitap ediyor:
إِنَّا أَنْزَلْنَا إِلَيْكَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ لِتَحْكُمَ بَيْنَ النَّاسِ بِمَا أَرَاكَ اللهُ وَلاَ تَكُنْ لِلْخَائِنِينَ خَصِيمًا
İnsanlar arasında Allah’ın sana gösterdiği şekilde hükmetmen için, Biz sana kitabı gerçeği açıklayan, hakkın tâ kendisi olarak indirdik. Sakın hainlerin avukatı olma! (Nisa sûresi, 105)
Allah Resûlü’nün Müslümanlar için her yönüyle kâmil bir lider, şehirdeki Yahudi ve müşrikler için de adil bir hakem olduğu Medine döneminde gelen bu ve benzeri âyetleri daha iyi anlamak ve Müslüman’ın “öteki”lere karşı yaklaşımının nasıl olması gerektiğini kavramak için bu âyetin geldiği ortamı tanımak lazım...

Nisa sûresi, 105. âyetin indiği ortam
Mekke halkı, Allah Resûlü’ne (sallallâhu aleyhi vesellem) karşı çok katı bir tavır takınmış, özellikle zayıf Müslümanlara ağır işkenceler yapmaya başlamıştı. Mekke’de iyice bunalan Müslümanlar, Efendimiz’in işaretiyle gruplar halinde önce Habeşistan’a, daha sonra da aynı şekilde Yesrib’e gitmeye başlamışlardı. Mekke yeni tebliğe kapalı olduğunu açıkça gösterip bu dinin müntesiplerine zulümlerini artırınca Resûl-i Ekrem, yeni kapılar açmak, yeni gönüllere ulaşmak için önce Taif’e gitmiş ancak orada hüs-ü kabul görmemişti.
Medinelilerin samimi daveti Allah’ın emriyle birleşince İlahi bir işaretle Mekke’den hicret edip Medine’ye (önceki adı Yesrib olan şehir, hicretten sonra Medinetün-nebî’nin kısaltması olarak Medine olarak anılmaya başlanmıştır) geldiğinde toplumda kargaşa, kavga ve kaos hâkimdi. Hiçbir grup, diğerini kabullenemiyor, güçlüler zayıfları eziyor, zayıflar ise güçlenip başkalarını ezmek için fırsat kollayıp yollar arıyorlardı.
Efendimiz 622 yılında Medine’ye geldi. Medine’de Evs ve Hazreç gibi iki büyük kabilenin yanında sayıları daha az olan küçük kabileler de vardı. Ayrıca şehirde önemli bir grup olarak Yahudiler yaşıyordu. Üç ana gruba ayrılan Medine Yahudileri, şehirde hem ticarete, hem de sosyal hayata hâkim durumda idiler.
Allah Resûlü’nün Medine’de yaptırdığı ilk işlerden biri de nüfus sayımı idi. Bu sayıma göre, Medine’nin nüfusu 10 bin kişi kadar görünüyordu. Bunların 8500’ü, yarı yarıya olmak üzere müşrik ve Yahudi, 1500’ü ise ensar ve muhacir olmak üzere Müslümandı. Efendimiz, Medine’de kendisine iman edip destekleyen 1500 kişiyle “herkesin kendi konumunda kabul edildiği” farklı kültür ve dinler için örnek bir “birlikte yaşama” projesi olan “Medine vesikası/Medine sözleşmesi”ne öncülük etti. Devamlı birbirleriyle kavgalı olan bu farklı kabilelere, huzur ve barış içinde beraber yaşamanın mümkün olduğunu gösterdi.
Hicretin ilk günlerinde Medine’de Yahudiler, müşrikler ve Müslümanlar vardı. Yahudilerin sayısı çok değişmese bile, insanların bu yeni dine gönlü açılıp Müslüman olmaları sonucu müşriklerin sayısı günden güne azalıyordu. Özellikle Bedir savaşından sonra Müslümanların Medine’de tutunacakları, oradan sökülüp atılamayacakları netleşmeye başlayınca Müslüman olanların sayısı daha da artmaya başladı. Aslında güzel görünen bu gelişme yeni ve tehlikeli bir durum, farklı sosyal bir grup ortaya çıkarıyordu: Münafıklar.
Mekke müşrikleri Müslümanlığın kökünü kurutmak ve bu dini ve öncüsü Allah Resûlü’nü yok etmek için Bedir’de Müslümanlarla karşılaşmış ve sayı üstünlüklerine rağmen kesin bir yenilgi yaşamışlardı. Medine’de Bedir savaşının sonucunun Müslümanlar için hezimet olacağını umarak ellerini ovuşturanlar vardı. Ancak bütün ümitleri suya düşmüştü. Zira muzaffer olarak Medine’ye gelip Müslümanları Mekke’ye geri götüreceklerini düşündükleri Mekke müşrikleri, başları önde, elleri bağlı şekilde, esir olarak Medine’ye girmişlerdi.
Bedir, Müslümanların Medine’ye ve Hicaz’a bir daha sökülüp atılamayacak şekilde yerleşmelerinin ilk adımı olmuştu. Medine’deki müşriklerden bir kısmı, durumu değerlendirmiş ve kalblerinde iman olmadığı halde Allah Resûlü’ne gelerek, kendilerinin de artık hakikati gördüklerini, Müslüman olmaya karar verdiklerini beyan etmişlerdi. Bu beyan sadece dilde idi; içleri apayrı bir şey söylüyordu. Bu grup organize hareket ediyor, Müslümanlar aleyhine her fırsatı değerlendiriyor, fakat kendilerini ele vermiyorlardı. Müslümanlar, Medine’de maddi olarak güçlenmişti. Kalbleri ve niyetleri başka olduğu halde sırf bu güçten istifade etmek için, Müslüman görünen bu insanlara Kur’ân münafık vasfını uygun görmüştü. Münafık, ise inanmadığı halde kendisini inanmış gösteren kimse manasına geliyordu. Nifak kelimesi, tarla faresinden hareketle onların durumunu resmediyordu. Çünkü tarla faresi, bir tehlike anında kaçmak için yuvasına birden fazla çıkış noktası hazırlıyordu. Fare bu deliklerden birinden giriyor, kimseye fark ettirmeden diğerinden çıkıyordu. Münafıklar da bu şekilde dine girmiş görünüyorlardı.
Müslümanlar, Medine’de müşriklerden ve Yahudilerden gelebilecek her türlü oyun ve saldırıya karşı uyanık ve tetikte idi. Fakat yavaş yavaş büyüyen yeni bir grup olarak münafıklara karşı yapılabilecek çok bir şey görünmüyordu. Zira, Müslümanların arasında yaşıyor, namazda beraber bulunuyor, selam veriyor, yüzlerine gülüyorlardı. Her şeyiyle Müslüman gibi yaşıyor, hatta yapmacık bir şekilde Müslümanlıkta da üstün olduklarını göstermeye çalışıyorlardı. Fakat her topluluğun olduğu gibi münafıkların da ortak özellikleri vardı. Kur’an ve Allah Resûlü bu karakteristik özellikleri ortaya koyuyordu ki, insanlar hem kendileri bu vasıfları bilip nifaka girmekten/düşmekten korunsun, hem de nifak özellikleri taşıyan insanlara karşı tavır ve davranışlarını iyi ayarlasın, mesafelerini korusunlar.
Münafıklar, zaman zaman Medine’de kendilerini saklayarak olaylar çıkarıyorlar, Müslümanların moralini bozarak kuvve-i maneviyelerini sarsıyor, İslam düşmanlarını sevindiriyorlardı. Birbirlerini tanıdıklarından dolayı da içlerinden biri zor duruma düşerse onu korumaya alıyor, karşısındakine hayatı zehir etmeye çalışıyorlardı. Kendilerini temize çıkarmak için yalancı şahitler buluyor, yalandan yeminler ediyorlardı. İslam’ın ortaya koyduğu hiçbir değere inanmadıklarından bir ölçü ve prensipleri yoktu. İçlerinden biri sıkıntıya düşünce, onu kurtarmak için yalanlara başvuruyor, komplolar kuruyorlardı.

Medine’de özellikle Müslümanlar arasında meydana gelen olayları daha iyi anlamak için Medine’deki sosyal grupları ve toplumsal yapıyı iyi bilmek gerekir. Münafıklar hakkında bilgi sahibi olmadan Medine’den indirilen bazı ayetlerin hakkıyla anlaşılması mümkün değildir... (Devamı: Nisa sûresi, 105 ve sonrası âyetler kimin için indi?)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder