17 Eylül 2014 Çarşamba

Ya Güneş Yüz Yılda Bir Doğsaydı!?



2000 yılında aslını İngilizce olarak kaleme aldığım bir hikayeyi Ailem dergisi için biraz geliştirerek Türkçeye çevirmiştim:




      Çok heyecanlıydı o gün. Yerinde duramıyordu. Şirin kasabaları artık dünyaca meşhur olacaktı. Bütün televizyonlar bir aydır kasabalarından bahsediyordu. Çünkü televizyonların, “bugün yaşanacak” dedikleri güneş tutulmasının tüm dünyada en iyi kasabalarından gözetlenebilecek olmasıydı. Hava da pırıl pırıldı.
Günler öncesinden hazırlanmış ve en iyi görebileceği yeri seçmişti. Bir camı “is”e tutmuş ve güneşe bakabilecek hale getirmiş; sonra ona da kanaat etmeyerek, son zamanlarda kasabaya gelen, güneşe bakmak için özel yapılmış gözlüklerden almıştı.
Bu, yüzyılın görebileceği en harika olayıydı. Zaten kasabanın küçük oteli ve çevre kasabaların otelleri de dolmuş ve bazı aileler yurtdışından gelen yabancı misafirlere misafirperverliklerini gösterme ve onlarla ilgilenme fırsatı da bulmuşlardı. Kasaba son bir haftadır cıvıl cıvıldı. Sanki bu musikiye küçük çocukların yanında hayvanlar da katılmışlardı.
Kuzular meleşiyor; köyün sevimli küçük köpekleri heyecan içinde bir o yana bir bu yana koşuşturuyorlardı.
Sabah erken kalkmış ve günler öncesinden tespit ettiği yere kendisinden önce kimse gelmesin giye erkenden gitmeye karar vermişti. Hazırladığı bütün aletleri aldı. Hatta amcasından ödünç istediği fotoğraf makinesini de bir yedek film ve birkaç pille yanına almayı unutmadı.
Büyük bir heyecanla yola koyuldu. Daha birkaç adım atmamıştı ki, bütün kasabanın çok iyi tanıyıp bazılarının “veli” bazılarının da “evliya gibi adam” dediği Kemal dedeyle karşılaştı. Kemal dedenin kasabada herhangi bir kimseye bağırması bir yana, yüksek sesle bile konuştuğunu gören olmamıştı. O herkesin Kemal dedesiydi. Gerek yaşı gerekse tavırlarıyla tam kemâle ermiş bir adamdı.
Nedense Kemal dede sakin görünüyordu. Hâlbuki birazdan kasabaları, belki bir daha göremeyeceği bir şeye şahit olacaktı. Günler öncesinden naklen yayın araçları gelmişti.
Kemal dedeye takılmak için sordu:
- Sen ilgilenmiyor musun?” Sonra da anlattı bütün olacakları. Kemal dede:
- Hımm! dedi. Demek bundanmış bütün hareketlilik bunca zamandır. Ve sanki ders verir gibi devam etti:
- Evladım ilgilenmiyor musun? dedin ya. Bu gördüğün Allah teâlânın kâinata yerleştirdiği bir “kanunu” ve aynı zamanda bir “sanatı”dır. Aslında ilginçtir de. Ancak ben, bundan daha dikkat çekicisini kırk yıldır, her sabah seyrediyorum.
Sözün burasında şaşırma sırası kendisine gelmişti. Heyecanla ve kekeleyerek sordu:
- Neymiş ki o?
- Şaşırdın, değil mi? dedi Kemal dede. Şaşırmakta haklısın. Sen de diğer insanlar gibisin. Önlerindeki kocaman kâinatı, bütün incelikleri ile göremeyince, -gerçekten enteresan olsa bile- bir arının kendindeki mucizeyi görmeyip, peteğe yazdığı Allah lafzına takılıp kalabiliyorlar.
Ben kırk yıldır neredeyse her sabah, namazımı kıldıktan sonra, yanıma atıştıracak bir şeyler de alarak karşı tepelere çıkar ve Allah’ın harika bir sanatı olan “güneşin doğuşu”nu seyrederim. Bazen, sanki bu gafil insanların gafletini atmak için “bir gün olsun doğmayayım” dercesine bulutların arkasına saklanarak olsa da her gün dünyamızı aydınlatan o muhteşem sanatı seyrederim.
- Düşün! Şayet Güneş 100 yılda bir doğsaydı.! Hayal edebiliyor musun insanlar neler yapardı, onu seyretmek için neler? Günler öncesinden tepelere çıkar, benim her sabah zevkle seyrettiğim o sahneyi görebilmek için birçok tertibat alırlardı. Sadece bununla sınırlı değil insanın gafleti.
- Bir de şunu düşün.. Erik ağaçları 40 senede bir çiçek açsaydı..!
- Kirazların yeniden meyve vermesi için bir asır beklememiz gerekseydi..! Ne hoş olurdu insanların şu anda ülfet dolayısıyla farkına varmadıkları bu güzelliklere koşmasını seyretmek.
Dersini almıştı. Bugün, Allah’ın büyük bir sanatını, “güneş tutulması”nı seyrettikten sonra, diğer günlerde farkına varamadığı sanatları daha bir dikkatli temaşa edecekti…
17 Aralık 2002

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder