12 Temmuz 2017 Çarşamba

Bir HADİS: Fakat siz acele ediyorsunuz..!


Toplumlar bozulup yoldan çıkmaya başlayınca Allah onlara içlerinden bir peygamber göndermiştir. Her peygamber, aralarında yaşadığı toplumun hayatına iyice yerleşmiş olan yanlışlık ve sapkınlıklara karşı çıkmış ve kendi halkını uyarmıştır. Bütün peygamberler bizzat kendi halklarından, dahası akraba ve yakın çevrelerinden itirazla karşılaşmıştır. Bu itirazlar zamanla eza, cefa ve zulme, nihayet öldürmeye dönmüştür.

Bizzat kendi halkından, kendi yakınlarından gelen itirazlar, her peygamberin, her dava adamının kaderi olmuştur. Kendisinden önceki bilinen son peygamber ile aralarında yaklaşık 500 sene olan Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (sallallâhu aleyhi ve sellem) için de aynı durum söz konusudur.

Mekke ileri gelenleri, davetin ilk günlerinde ne olduğunu anlamaya çalışmış ve kısa bir zaman sonra da itirazlara başlamışlardı. İtirazlar zamanla yerini hakaret ve tehditlere bırakmıştı. Hz. Ömer (radıyallâhu anh) gibi çevresi olan güçlü-kuvvetli sahabîler bile hakaret ve tehditlerden nasibini almıştı. Son aşamalarda ise işkence ve öldürmeye sıra gelmişti. Mekke’de zulüm altında şehit olanlar bile olmuştu.

Fakir ve akraba çevresi zayıf olan Müslümanlar işkencelerden en çok nasibini alanlar olmuştu. Baskılar günden güne artıyordu. Mekke artık Müslümanlar için yaşanmaz hale gelmişti. Resûl-i Ekrem’in (aleyhissalâtu vesselam) tavsiyesi ile bazı Müslümanlar, içleri kan ağlayarak Mekke’yi terketmek zorunda kalmışlardı.

Zulmün şahitlerinden Habbab b. Eret

Habbab b. Eret (radıyallâhu anh) Mekke’de en çok zulme uğrayan sahabîlerden biriydi. Aslında o, daha önce hür bir insandı. Küçük yaşlarda iken memleketine saldırılmış ve akrabalarıyla birlikte esir alınmış, köle olarak satılmak üzere Mekke’ye getirilmişti.

Habbab b. Eret’i son olarak Huzâa kabilesinden Ümmü Enmâr adlı bir kadın satın almıştı. Hayatı bir köle olarak devam ederken Allah Resûlü’nün (s.a.s.) davetinden haberdar olmuş ve İslâm davetinin ilk günlerinde Müslüman olmuş, dünyada çekeceği sıkıntıları göze alarak o kutlu halkaya girmişti. Okuma-yazma bildiği için yeni gelen ayetleri diğer Müslümanlara öğretirdi. Yine böyle bir eğitim, okuma sırasında Hz. Ömer’e (radıyallâhu anh) yakalanmış ve soğukkanlı tavrı ve olgun duruşuyla Hz. Ömer’in İslam’la yakından tanışmasına vesile olmuştu.

Bir köle olarak kendisine sahip çıkacak kimsesi olmadığı için hem hakaretlere maruz kalıyor, hem de güneş altında kızgın taşlar üzerinde işkenceye tabi tutuluyordu. Vücudundan bu işkence zamanlarından kalan izleri hayatı boyunca taşıdı. Bir gün halife Ömer’i (r.a.) ziyarete gitmişti. Halife ona iltifat ederek, “Gel yanıma, bu meclise Ammar b. Yasir’i istisna edersek, senden daha layık kimse yoktur.” demişti. İslâm’ın ilk günlerinden, Allah için çekilen sıkıntılardan konuşmuşlardı. Habbab (r.a.), Hz. Ömer ve çevresindekilere, zor zamanlarda Müslüman olmanın neticesi olarak onurla taşıdığı işkence izlerini, yıllar sonra, göstermişti.

Habbab elinden iş gelen maharetli bir kimseydi. Küçük bir kulübesi vardı. Efendisinin, bir emri veya işi olmadığı zamanlarda sabahtan akşama, ateşin karşısında demir döver, kılıç ve kalkan yapardı. Her gün hem hakaretlere maruz kalıyor, hem de fiziki işkenceye uğruyordu. Artık canına tak etmiş, dayanamayacak duruma gelmişti.

Aynı zor durumu ve düşünceleri paylaşan arkadaşı ile dertlerini açmak için Resûl-i Ekrem Efendimiz’i (aleyhisselam) aramaya çıkmışlardı.
Bundan sonrası bizzat Habbab b. Eret’ten (r.a.) dinleyelim:

شَكَوْنَا إِلَى رَسُولِ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَهُوَ مُتَوسِّدٌ بُرْدَةً لَهُ فِي ظِلِّ الْكَعْبةِ، فَقُلْنَا: أَلَا تَسْتَنْصِرُ لَنَا أَلا تَدْعُو لَنَا؟ فَقَالَ:
قَدْ كَانَ مَنْ قَبْلَكُمْ يُؤْخَذُ الرَّجُلُ فَيُحْفَرُ لَهُ فِي الْأَرْضِ فَيُجْعَلُ فِيهَا فَيُجَاءُ بِالْمِنْشَارِ فَيُوضَعُ عَلَى رَأْسِهِ فَيُجْعَلُ نِصْفَيْنِ، وَيُمْشَطُ بِأَمْشَاطِ الْحَدِيدِ مَا دُونَ لَحْمِهِ وَعَظْمِهِ، فَمَا يَصُدُّهُ ذَلِكَ عَنْ دِينِهِ، وَاللهِ لَيُتِمنَّ اللهُ هَذَا الأَمْرَ حَتَّى يَسِيرَ الرَّاكِبُ مِنْ صَنْعاءَ إِلَى حَضْرمْوتَ لا يَخَافُ إِلاَّ اللهَ والذِّئْبَ عَلَى غنَمِهِ، وَلَكِنَّكُمْ تَسْتَعْجِلُونَ.
Allah Resûlü’nü (aleyhissalâtu vesselam) Kâbe’nin gölgesinde gözlerden uzak bir yerde dinlenirken bulduk. Hırkasını başının altına yastık yapmıştı. Yanına gidip durumumuzu, müşriklerden gördüğümüz işkenceleri arzettik. Aslında o da biliyordu çektiklerimizi. Biz olduğumuz yerden İslam’ın istikbali adına ufukta en küçük bir ışık bile göremiyorduk. Ümitlerimiz neredeyse tükenmişti. O kadar zor bir haldeydik ki, Efendimiz’e (s.a.s.);

- Bizim için Allah’tan yardım dilemez misin ey Allah'ın Resûlü! Allah’a bizim için dua etmeyecek misiniz? dedik.

Allah Resûlü (aleyhisselam) -muhtemelen- onlar için dua ettikten sonra bütün Müslümanlara kalıcı bir ders olarak şunları söyledi:

- Sizden önceki topluluklar arasında öyleleri vardı ki, sırf içinde yaşadıkları toplumun yanlışlarını tekrarlamayıp Allah’a iman ettiklerinden dolayı dayanılması çok zor hadiseler ve işkencelerle karşılaşırlardı.

Bazen o inananlardan biri yakalanır, kazılan bir çukura konulurdu. Sonra da imanından vazgeçmediği takdirde bir testere ile başından aşağı ikiye biçilmekle tehdit edilir, fakat bu tehdit onu imanından vazgeçirmezdi.

Bazen bir başka mü’min aynı zulmün farklı bir işkencesinin mağduru olurdu. Yakalanıp getirilen mü’min, etinin, demir taraklarla kemiğinden sıyrılmasıyla tehdit edilirdi. Fakat çoğu zaman ölümle neticelenen en ağır işkenceler bile, o insanları dinlerinden ve davalarından döndüremezdi.

Yemin ederim ki, Allah bu işi mutlaka tamamlayacak, dinini hâkim kılacaktır. Bunun neticesi olarak öyle bir zaman gelecek ki, bir kişi San’a’dan Hadramut’a kadar (bir haftadan fazla süren bu güzergâhta) tek başına yolculuk edecek de başına ilahi takdir dışında bir şey gelmeyeceğinden emin olacak. Şu anda korkunun hâkim olduğu bu güzergahta yalnız başına seyahat eden bu adamın tek endişesi, sürüsüne kurtların saldırması olacak...

Ne var ki, siz acele ediyorsunuz... Her şeyin bir vakt-i merhûnu olduğunu düşünemiyor ve zamanın çıldırtıcılığına karşı sabır gösteremiyorsunuz.” (Buhârî, İkrah 1; Ebu Dâvud, Cihâd 107; Nesâî, Zînet 98)



Not: O gün Allah Resûlü’nden (sallallâhu aleyhi ve sellem) bunları dinleyen sahabîlerden biri, yıllar sonra böylesine huzur tüten bir iklimi gerçekten yaşadığını yeminle ifade ederek Rabbine hamd etmişti...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder