3 Eylül 2017 Pazar

Asıl başarı, ebedî olanı kazanmaktır...



İslam’ın doğuş yıllarıydı.
Müslümanlar henüz örneklerini kendi içlerinden verme seviyesine gelmemişlerdi. Zaman geçtikçe şehrin yönetimini elinde tutan Mekke ileri gelenlerinin, özellikle zayıf Müslümanlara baskı ve işkenceleri artıyordu.
Sıkıntıların cana tak ettiği zamanlarda Peygamber Efendimiz, ihtiyacı olanları teselli ediyor, sabretmelerine karşılık Allah katında elde edecekleri mükâfatlardan bahsediyordu. Özellikle en fazla baskı ve zulme maruz kalıp desteğe ihtiyacı olan Bilal, Ammar, Habbâb, Suheyb.. (r.anhüm) gibi fakir sahabîler tesellîye en çok ihtiyaç duyanlardı.
Baskıların zirve yaptığı, bakışlarda endişenin hâkim olduğu günler yaşanıyordu. Neredeyse ümitsizliğe düşecek hale gelmişlerdi. Böyle zor zamanlarda Allah Resûlü (aleyhissalâtu vesselam) ashabına, geçmişte Allah yolunda yaşanmış sıkıntılardan söz açar, örnekler verirdi.
Efendimiz’in (s.a.s.) teselli ve hakta sebat adına anlattığı, pek çok hadis ve tarih kitabında anlatılan böyle bir olayı, Allah Resûlü’nden (aleyhisselam) bizzat dinleyen Hz. Suheyb-i Rûmî (radıyallâhu anh) naklediyor:


Sizden önce yaşayan milletler arasında bir kral ve bu kralın bir büyücüsü/sihirbazı vardı. Büyücü ihtiyarlamıştı. Kraldan, yetiştirip büyü öğretebileceği aklı başında bir çocuğu kendisine göndermesini istedi.
Kral istenen vasıfları taşıyan bir delikanlı seçti. Bu kabiliyetli genç tecrübesinden yararlanmak için büyücüye gidip gelmeye başladı.
Büyücüye gidip gelirken yol üzerinde örnek yaşantısıyla delikanlının dikkatini çeken bir rahip vardı. Delikanlı her gün mutlaka rahibe uğruyor, ondan bu farklı dini öğreniyordu. Zaman akıp giderken bir gün delikanlı, yol üzerinde insanlara engel olan kocaman ve korkunç bir hayvan gördü.
- Bugün Allah katında kimin hayırlı olduğunu anlayacağım, dedi. Yerden bir taş aldı.
- Allah’ım, eğer Sen rahibin yaptıklarını büyücünün yaptıklarından daha çok seviyorsan bu hayvanı öldür, insanlar yollarına gitsinler, diyerek taşı attı ve kocaman canavar delikanlının attığı küçük bir taş ile öldü.
Bu harikulade olaya şahit olan genç rahibin yanına gitti. Yaşadıklarını rahibe anlattı. Rahip onun, kendisinden daha üstün bir seviyede olduğunu, sahip olduklarından dolayı imtihana tabi tutulacağını, söyledi ve kendisini ele vermemesini istedi.
Zamanla delikanlı duasıyla insanlara deva dağıtan; körü, ala tenliyi iyileştiren biri oldu.
Kralın görme problemi yaşayan yakın bir adamı vardı. Delikanlıdan gözünü açması için ricada bulundu. Delikanlı da “Hastalıkları kendisinin değil, Allah’ın iyi ettiğini, iman ederse onun için dua edebileceğini” söyledi.
Neticede delikanlının duasıyla bu kralın yakın adamının da gözü açıldı.
Kral gözünü kimin açtığını sorunca “Rabbim” cevabını aldı. Kendisinden başka rab tanımayan kral, ona her türlü işkenceyi yaptı.
İşkenceye dayanamayan adam sonunda gencin ismini vermek zorunda kaldı. Delikanlı da yakalanıp işkenceye tabi tutuldu ve rahibe ulaşıldı. Her üçünden ısrarla dinlerinden dönmeleri istendi.
Kralın adamı ve rahip dinlerinden dönmeyince başlarının üzerine bir testere tutuldu:
Ya dinleri ya da hayatları.. iki şeyden birini tercihe zorlandılar. Onlar, hayatları pahasına dinlerini tercih ettiler.
Kral delikanlıyı da öldürmek istedi. Fakat ne yaptıysa bir türlü başaramadı. Sonunda genç, krala kendisini öldürmenin tek bir yolu olduğunu söyledi:
- Bütün insanları bir meydana topla. Benim torbamdan bir ok al. Herkesin duyacağı şekilde ‘Delikanlının Rabbinin adıyla!’ diyerek at.
Kral gencin söylediklerini aynen yaptı ve başka türlü öldüremediği delikanlıyı öldürmeyi başardı. Yaşananları ilgiyle izleyen halk “Biz de bu delikanlının Rabbine inandık” deyip imanlarını ilan ettiler. Delikanlı ölüp şehit olmuştu ama inandığı değerler adına binlerce insanı kazanmıştı. İşte buna, bir ölüp bin dirilme deniyordu.
Halk toptan iman edince kral uzun ve geniş hendekler kazılmasını ve iman edenlerin hendeklerin başına getirilmesini istedi. İnananlar, ya imanları ya da alevleri göklere yükselen ateşe atılmak suretiyle ölüm arasında tercih yapmaya zorlandı.
Bu korkunç tehdit ve göz göre göre işkenceyle ölüme rağmen hiç kimse imanından dönmedi.
Zulüm kadın, erkek, yaşlı, çocuk, bebek ayırmıyordu. Kucağında küçük bir bebek olan bir kadın da iman edenler arasındaydı.
Kadın, ateşin başında bebeğini de düşünerek biraz tereddüt eder gibi oldu. Bu tereddüt üzerine kucağındaki bebek şaşkın bakışlar arasında konuşmaya başladı:
- Anneciğim sabret. Zira sen yanlış bir şey yapmadın. Sen hak üzeresin, doğruyu temsil ediyorsun! Kadının bütün tereddütleri gitmiş, onun için ateş, sanki içine dalınacak bir gül bahçesi gibi olmuştu.
Bu ve benzeri olaylar tarih boyunca çok defa yaşanmıştır. İnsanlar tarihin her döneminde düşünce ve inançlarından dolayı değişik sıkıntılarla, eza ve cefalarla karşı karşıya kalmışlardır. Olayın bir benzeri Burûc sûresinde anlatılılır. Olay anlatıldıktan sonra şu şekilde sonuca bağlanır:
Dünyada sıkıntı çekse, zulme maruz kalsa bile sonsuz ahiret hayatını, dünya hayatına tercih edenler; “Zâlike’l-fevzü’l-kebîr (Buruc sûresi, 11): İşte bu büyük başarı”ya ulaşanlardır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder